3. Cüz
٢٥٣
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلى بَعْضٍ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَاتَيْنَا عيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَ تْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ امَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَ وَلَوْ شَاءَ اللّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُريدُ
(253) tilker rusülü faddalna ba’dahüm ala ba’d minhüm men kellemellahe ve rafea ba’dahüm deracat ve ateyna iysebne meryemel beyyinati ve eyyednahü bi ruhil kudüs ve lev şaellahü maktetelellezine mim ba’dihim mim ba’di ma caethümül beyyinatü ve lakinihtelefu fe minhüm men amene ve minhüm men kefar ve lev şaellahü maktetelu ve lakinnellahe yef’alü ma yürid
bu resulleri üstün kıldık onların bazısını bazısından onların bazıları ile Allah konuştu onlardan bazılarının derecelerini yükseltti meryem oğlu isa’ya da mucizeler verdik onu teyit ettik ruhu’l kudüs ile eğer Allah dileseydi öldürmezlerdi bunların (ümmetleri) birbirlerini kendilerine açık mucizeler geldikten (sonra) lakin (onlar) ihtilafa düştüler onlardan kimisi iman etti onlardan kimisi küfre saptı Allah dileseydi öldürmezdi lakin Allah neyi dilerse onu yapar
1. | tilke | : o |
2. | er rusulu | : resûller |
3. | faddalnâ | : biz faziletli kıldık, üstün kıldık |
4. | ba’da-hum | : onların bir kısmı |
5. | alâ ba’din | : diğerlerinin üzerine, diğerlerine |
6. | min-hum | : onlardan |
7. | men | : kim, kimi |
8. | kelleme allâhu | : Allah konuştu |
9. | ve rafea | : ve yükseltti |
10. | ba’da-hum | : onların bir kısmı |
11. | derecâtin | : dereceler |
12. | ve âteynâ | : ve biz verdik |
13. | îsâ ibne meryeme | : meryem(in) oğlu isa |
14. | el beyyinâti | : beyyineler, açıklamalar, ispat vasıtaları |
15. | ve eyyednâ-hu | : ve onu destekledik |
16. | bi rûhi el kudusi | : (takdis edilmiş) kutsal ruh ile (cebrail a.s ile) |
17. | ve lev şâe allâhu | : ve eğer Allah dileseydi |
18. | mâ iktetele | : öldürmezler (karşılıklı, birbirlerini) |
19. | ellezîne min ba’di-him | : onlardan sonrakiler |
20. | min ba’di | : sonradan |
21. | mâ câet-hum | : onlara gelen şey |
22. | el beyyinâtu | : beyyineler, deliller, ispat vasıtaları |
23. | ve lâkini | : ve lâkin, fakat |
24. | ihtelefû | : ayrılığa, ihtilâfa düştüler |
25. | fe min-hum | : artık onlardan, o zaman onlardan |
26. | men âmene | : kimi îmân etti, Allah’a ulaşmayı diledi |
27. | ve min-hum | : ve onlardan |
28. | men kefere | : kimi inkâr etti |
29. | ve lev şâe allâhu | : ve eğer Allah dileseydi |
30. | mâ iktetelû | : öldürmezler (karşılıklı, birbirlerini) |
31. | ve lâkinne allâhe | : ve lâkin Allah |
32. | yef’alu | : yapar |
33. | mâ yurîdu | : dilediği şeyi |
٢٥٤
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَاْتِىَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
(254) ya eyyühellezine amenu enfiku mimma rezaknaküm min kabli ey ye’tiye yevmül la bey’un fihi ve la hulletüv ve la şefaah vel kafirune hümüz zalimun
ey iman edenler infak edin size rızık olarak verdiğimizden bir gün gelmeden önce içinde alışveriş dostluk ve şefaat olmayan kafirler zalimlerin ta kendileridir
1. | yâ eyyuhâ | : ey |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | âmenû | : âmenû oldular, Allah’a ulaşmayı dilediler |
4. | enfikû | : infâk edin, Allah için harcayın |
5. | mimmâ (min mâ) | : şey(ler)den |
6. | razaknâ-kum | : sizi rızıklandırdık |
7. | min kabli | : önceden |
8. | en ye’tiye | : gelmesi |
9. | yevmun | : gün |
10. | lâ bey’un | : alışveriş yoktur |
11. | fî-hi | : onda, içinde |
12. | ve lâ hulletun | : ve dostluk yoktur |
13. | ve lâ şefâatun | : ve şefaat yoktur |
14. | ve el kâfirûne | : ve kâfirler |
15. | hum ez zâlimûne | : onlar zalimlerdir |
٢٥٥
اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَىُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْديهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحيطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظيمُ
(255) Allahü la ilahe illa hüv el hayyül kayyum la te’huzühu sinetüv vela nevm lehu ma fis semavati ve ma fil ard men zellezi yeşfeu indehu illa bi iznih ya’lemü ma beyne eydihim ve ma halfehüm ve la yühiytune bi şey’im min ilmihi illa bi ma şa’ vesia kürsiyyühüs semavati vel ard ve la yeudühu hifzuhüma ve hüvel aliyyül aziym
Allah’tan başka ilah yoktur ancak ilah o’dur hayat sahibidir bütün varlığı ayakta tutandır o’nu tutmaz ne bir gaflet, ne de bir uyku içinde ne varsa hepsi o’nundur semaların ve arzın kim şefaat edebilir huzurunda o’nun izni olmadıktan önlerinde yaptıkları işleri bilir arkalarında ki işleri de hiçbir şeyi kavrayamazlar o’nun ilminden ancak (Allah) dilediği kadar kudret kürsüsü geniştir semalardan ve arzdan o’na ağır gelmez bu ikisinin hıfzı o yüce, azimdir
1. | allâhu | : Allah |
2. | lâ ilâhe | : ilâh yoktur |
3. | illâ | : ancak, sadece, den başka |
4. | huve | : o |
5. | el hayyu | : hayy olan, diri olan, canlı olan |
6. | el kayyûmu | : kayyum olan, zatı ile daimî, bâki olan, herşeyi (kâinatı) idare eden |
7. | lâ te’huzu-hu | : onu almaz (ona olmaz) |
8. | sinetun | : uyuklama hali |
9. | ve lâ nevmun | : ve uyku yoktur, olmaz |
10. | lehu | : onun |
11. | mâ fî es semâvâti | : göklerde olan şeyler |
12. | ve mâ fi el ardı | : ve yeryüzünde olan şeyler |
13. | men zâ | : kim sahiptir (yetkiye sahiptir) |
14. | ellezî | : o kimse ki, o ki |
15. | yeşfeu | : şefaat eder |
16. | inde-hu | : onun katında, yanında |
17. | illâ | : ancak, sadece, den başka |
18. | bi izni-hi | : onun izni ile |
19. | ya’lemu | : bilir |
20. | mâ beyne eydî-him | : onların elleri arasında olan şeyler, onların önlerindeki |
21. | ve mâ halfe-hum | : ve onların arkalarında olan şeyler |
22. | ve lâ yuhîtûne | : ve ihata edemez, kavrayamaz, |
23. | bi şey | : bir şey |
24. | min ilmi-hi | : onun ilminden |
25. | illâ | : ancak, hariç, den başka |
26. | bi mâ şâe | : dilediği şey, dilediği |
27. | vesia | : (geniştir) kapladı, kuşattı, kapsadı |
28. | kursiyyu-hu | : onun kürsüsü |
29. | es semâvâti | : semalar, gökler |
30. | ve el arda | : ve arz, yeryüzü |
31. | ve lâ yeûdu-hu | : ve ona ağır, zor gelmez |
32. | hıfzu-humâ | : onları (o ikisini) koruma, muhafaza etme 33 – ve huve |
33. | el aliyyu | : âlâ, çok ulu, çok yüce |
34. | el azîmu | : azîm, büyük |
٢٥٦
لَااِكْرَاهَ فِى الدّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَىِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ
(256) la ikrahe fid dini kad tebeyyener ruşdü minel ğayy fe mey yekfür bit tağuti ve yü’mim billahi fe kadistemseke bil urvetil vüska lenfisame leha vallahü semiun alim
dinde zorlama, icbar yoktur kesin olarak açığa çıkmıştır gerçek yol şeriat ile sapıklık artık kim tağut’u inkar eder Allah’a inanırsa muhakkak tutunmuştur en sağlam kulpa onun kopacağı da yoktur Allah işiticidir bilicidir
1. | lâ ikrâhe | : icbar, zorlama yoktur |
2. | fî ed dîni | : dînde |
3. | kad | : olmuştu |
4. | tebeyyene | : beyan oldu, açığa çıktı, açıklandı |
5. | er ruşdu | : rüşd, irşad olma yolu, hidayet yolu, Allah’a ulaştıran yol |
6. | min el gayyi | : gayy yolundan, dalâlet yolundan, |
7. | fe | : o zaman, böylece, artık |
8. | men | : kim |
9. | yekfur | : inkâr eder |
10. | bi et tâgûti | : tagutu, insan ve cin şeytanları |
11. | ve yu’min | : ve îmân eder |
12. | bi allâhi | : Allah’a |
13. | fe | : o zaman, böylece, artık |
14. | kad istemseke | : tutunmuştur |
15. | bi el urveti | : bir kulpa |
16. | el vuskâ | : sağlam |
17. | lâ infisâme | : kopma yoktur, olmaz (kopmaz) |
18. | lehâ | : onda, onun |
19. | ve allâhu | : ve Allah |
20. | semîun | : en iyi işiten |
21. | alîmun | : en iyi bilen |
Sayfa:42
٢٥٧
اَللّهُ وَلِىُّ الَّذينَ امَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَالَّذينَ كَفَرُوا اَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِ اُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(257) Allahü veliyyüllezine amenu yuhricühüm minez zulümati ilen nur vellezine keferu evliyaühümüt tağutü yuhricunehüm minen nuri ilez zulümat ülaike ashabün nar hüm fiha halidun
Allah iman edenlerin velisidir onları çıkarır zülumattan nura küfredenlerin dostları da tağutlardır onları çıkarırlar nurdan zulümata işte bunlar cehennemliktirler onlar orada ebedi olarak kalırlar
1. | allâhu | : Allah |
2. | velîyyu | : dost |
3. | ellezîne | : onlar |
4. | âmenû | : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler |
5. | yuhricu-hum | : onları çıkarır |
6. | min ez zulumâti | : zulmetten, karanlıklardan |
7. | ilâ en nûri | : nura, aydınlığa |
8. | ve ellezîne | : ve onlar |
9. | keferû | : inkâr ettiler |
10. | evliyâu-hum | : onların dostları |
11. | et tagûtu | : tagut, şeytan ve avanesi, insan ve cin şeytanlar |
12. | yuhricûne-hum | : onları çıkarırlar |
13. | min en nûri | : nurdan, aydınlıktan |
14. | ilâ ez zulumâti | : zulmete, karanlıklara |
15. | ulâike | : işte onlar |
16. | ashâbu | : halk, ehli |
17. | en nâri | : ateş |
18. | hum | : onlar |
19. | fî-hâ | : orada |
20. | hâlidûne | : ebedî kalacak olanlar |
٢٥٨
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذى حَاجَّ اِبْرهيمَ فى رَبِّه اَنْ اتيهُ اللّهُ الْمُلْكَ اِذْ قَالَ اِبْرهيمُ رَبِّىَ الَّذى يُحْي وَيُميتُ قَالَ اَنَا اُحْي وَاُمِيتُ قَالَ اِبْرهيمُ فَاِنَّ اللّهَ يَاْتى بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَاْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذى كَفَرَ وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ
(258) e lem tera ilellezi hacce ibrahime fi rabbihi en atahüllahül mülk iz kale ibrahimü Rabbiyellezi yuhyi ve yümitü kel ene uhyi ve ümit kale ibrahimü fe innellahe ye’ti biş şemsi minel meşriki fe’ti biha minel mağribi fe bühitellezi kefer vallahü la yehdil kavmez zalimin
görmedin mi? mücadele eden kimseyi ibrahim ve Rabbi hakkında ona Allah mülk verdi diye o zaman ibrahim dedi benim Rabbim diriltir ve öldürür ben de diriltir ve öldürürüm dedi ibrahim de dedi ki şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor haydi sende onu batıdan getir kafir dehşet içinde kalakaldı Allah hidayete erdirmez zalim kavimleri
1. | e lem tera ilâ | : … a bakmadın mı, görmedin mi |
2. | ellezî | : o kimse, o |
3. | hâcce | : tartıştı |
4. | ibrâhîme | : ibrâhîm |
5. | fî Rabbi-hi | : onun Rabbi hakkında |
6. | en âtâ-hu | : ona vermesi |
7. | allâhu | : Allah |
8. | el mulke | : mülk, meliklik, hükümdarlık |
9. | iz kâle | : demişti |
10. | ibrâhîmu | : ibrâhîm |
11. | Rabbiye | : benim Rabbim |
12. | ellezî | : ki o, o ki |
13. | yuhyî | : diriltir |
14. | ve yumîtu | : ve öldürür |
15. | kâle | : dedi |
16. | ene | : ben |
17. | uhyî | : diriltirim |
18. | ve umîtu | : ve öldürürüm |
19. | kâle | : dedi |
20. | ibrâhîmu | : ibrâhîm |
21. | fe | : öyleyse, işte |
22. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
23. | ye’tî | : getirir |
24. | bi eş şemsi | : güneşi |
25. | min el maşrıkı | : şarktan, doğudan |
26. | fe’ti bi-hâ | : o zaman, öyleyse, haydi onu getir |
27. | min el magribi | : garbtan, batıdan |
28. | fe | : o zaman |
29. | buhite | : şaşırdı kaldı, afalladı |
30. | ellezî | : o kimse, o |
31. | kefere | : inkâr etti |
32. | vallâhu | : ve Allah |
33. | lâ yehdi | : hidayete erdirmez |
34. | el kavme | : kavim, topluluk |
35. | ez zâlimîne | : zalimler |
٢٥٩
اَوْ كَالَّذى مَرَّ عَلى قَرْيَةٍ وَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلى عُرُوشِهَا قَالَ اَنّى يُحْي هذِهِ اللّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَاَمَاتَهُ اللّهُ مِاءَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِاءَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانْظُرْ اِلى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَايَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّهَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(259) ev kellezi merra ala karyetiv ve hiye haviyetün ala uruşiha kale enna yuhyi hazihillahü ba’de mevtiha fe ematehüllahü miete amin sümme beaseh kale kem lebist kale lebistü yevmen ev ba’da yevm kale bel lebiste miete amin fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh venzur ila himarike ve li nec’aleke ayetel lin nasi venzur ilel izami keyfe nünşizüha sümme neksuha lahma fe lemma tebeyyene lehu kale a’lemü ennellahe ala külli şey’in kadir
şöyle ki o kimse bir memlekete uğramıştı yerle bir olmuştu onun tütün tahtları ve binaları (tekrar) nasıl diriltecek dedi Allah bunu ölümden sonra Allah onu öldürdü tam yüz sene sonra onu (tekrar) diriltti ne kadar kaldın dedi dedi kaldım, bir gün veya bir günün bir kısmı kadar dedi ki hayır sen yüz yıl bekledin sen yiyeceğine ve içeceğine bir bak (hala) bozulmamış merkebine de bir bak seni yapalım diye insanlara karşı ibret alameti hele şu kemiklere bir bak nasıl birleştirip onu iskelet haline getiriyoruz sonra ona (nasıl) et giydiriyoruz böylece ona hakikat belli olunca dedi (şimdi) anlıyorum ki Allah her şeye kadirdir
1. | ev | : veya |
2. | ke ellezî | : o kimse gibi |
3. | merra | : uğradı |
4. | alâ karyetin | : bir karyeye, beldeye, kasaba |
5. | ve hiye | : ve o |
6. | hâviyetun | : yıkık, çökmüş, haRabe halinde |
7. | alâ urûşi-hâ | : çatıları üzerine |
8. | kâle | : dedi |
9. | ennâ | : nasıl |
10. | yuhyî | : diriltecek, diriltir |
11. | hâzihi | : bu |
12. | allâhu | : Allah |
13. | ba’de | : sonra |
14. | mevti-hâ | : onun ölümü |
15. | fe emâte-hu allâhu | : bunun üzerine Allah onu öldürdü |
16. | miete âmin | : yüz yıl, yüz sene |
17. | summe | : sonra |
18. | bease-hu | : onu diriltti |
19. | kâle | : dedi |
20. | kem | : kaç, nice, ne kadar |
21. | lebiste | : kaldın |
22. | kâle | : dedi |
23. | lebistu | : kaldım |
24. | yevmen | : bir gün |
25. | ev | : veya |
26. | ba’da yevmin | : günün bir kısmı |
27. | kâle bel | : hayır dedi |
28. | lebiste | : kaldın |
29. | miete âmin | : yüz yıl, yüz sene |
30. | fenzur (fe unzur) | : o zaman, hemen, haydi bak |
31. | ilâ taâmi-ke | : yemeğine |
32. | ve şerâbi-ke | : ve içeceğin |
33. | lem yetesenneh | : bozulmadı, kokuşmadı |
34. | venzur (ve unzur) | : ve bak |
35. | ilâ hımâri-ke | : merkebine |
36. | ve li nec’ale-ke | : ve seni kılmamız için |
37. | âyeten | : bir âyet, bir mucize, ibret, belge |
38. | li en nâsi | : insanlara |
39. | ve unzur | : ve bak |
40. | ilâ el izâmi | : kemiklere |
41. | keyfe | : nasıl |
42. | nunşizu-hâ | : onu inşa ediyoruz, birleştiriyoruz |
43. | summe neksû-hâ | : sonra onu giydiriyoruz |
44. | lahmen | : et |
45. | fe lemmâ | : artık, böylece, olunca |
46. | tebeyyene lehu | : ona |
47. | kâle | : dedi |
48. | a’lemu | : ben biliyorum |
49. | enne allâhe | : Allah’ın ….. olduğu |
50. | alâ kulli şey’in | : herşeye |
51. | kadîrun | : kaadir, kudret sahibi |
Sayfa:43
٢٦٠
وَاِذْ قَالَ اِبْرهيمُ رَبِّ اَرِنى كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتى قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْ قَالَ بَلى وَلكِنْ لِيَطْمَءِنَّ قَلْبى قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَاْتينَكَ سَعْيًا وَاعْلَمْ اَنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ
(260) ve iz kale ibrahimü rabbi erini keyfe tuhyil mevta kale e ve lem tü’min kale bela ve lakil li yatmeinne kalbi kale fe huz erbeatem minet tayri fe surhünne ileyke sümmec’al ala külli cebelim minhünne cüz’en sümmed’uhünne ye’tineke sa’ya va’lem ennellahe azizün hakim
o zaman ibrahim demişti ey Rabbim bana göster ölüleri nasıl dirilttiğini buyurdu yoksa inanmadın mı? dedi hayır (inandım) lakin kalbim itminan olsun istedim dedi öyle ise tut kuşlardan dört tanesini onları kendine alıştır sonra her dağın başına koy onlardan birer parça sonra onları çağır koşarak sana geleceklerdir hem bil ki Allah güçlü, hikmet sahibidir
1. | ve iz kâle | : ve demişti |
2. | ibrâhîmu | : ibrâhîm |
3. | Rabbî | : Rabbim |
4. | eri-nî | : bana göster |
5. | keyfe | : nasıl |
6. | tuhyi | : diriltiyorsun, hayy yapıyorsun, |
7. | el mevtâ | : ölüler |
8. | kâle | : dedi |
9. | e ve lem tu’min | : ve inanmıyor musun |
10. | kâle | : dedi |
11. | belâ | : hayır, bilâkis, tam aksi (evet) |
12. | ve lâkin | : ve lâkin, fakat |
13. | li yatmainne | : tatmin olması için |
14. | kalbî | : benim kalbim |
15. | kâle | : dedi |
16. | fe | : o zaman, öyleyse |
17. | huz | : al, tut |
18. | erbeaten | : dört |
19. | min et tayri | : kuşlardan |
20. | fe | : böylece, sonra |
21. | surhunne ileyke | : (sana) yanına al, parçala |
22. | summe | : sonra |
23. | ic’al | : kıl, yap, koy |
24. | alâ | : üzerine, … e |
25. | kulli | : hepsi, her |
26. | cebelin | : dağ |
27. | min-hunne | : onlardan |
28. | cuz’en | : bir parça |
29. | summe | : sonra |
30. | id’u-hunne | : onları çağır |
31. | ye’tîne-ke | : sana gelirler, gelecekler |
32. | sa’yen | : koşarak |
33. | va’lem | : ve bil |
34. | enne allâhe | : Allah’ın ….. olduğunu |
35. | azîzun | : azîz, üstün |
36. | hakîmun | : hakim, hüküm sahibi |
٢٦١
مَثَلُ الَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فى سَبيلِ اللّهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فى كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِاءَةُ حَبَّةٍ وَاللّهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ
(261) meselüllezine yünfikune emvalehüm fi sebilillahi ke meseli habbetin enbetet seb’a senabile fi külli sünbületim mietü habbeh vallahü yüdaifü li mey yeşa’ vallahü vasiun alim
mallarını sarf edenlerin hali Allah yolunda bir taneye benzer ki (her tane de) yedi başak sürmüştür her başakta yüz tane vardır Allah dilediğine daha da katlar Allah’ın ihsanı geniş bilgisi tamdır
1. | meselu | : durum, hal |
2. | ellezîne | : onlar 3 – yunfikûne |
3. | emvâle-hum | : kendi mallarını |
4. | fî sebîlillâhi (sebîlii allâhi) | : Allah’ın yolunda |
5. | ke | : gibi |
6. | meseli | : durum, hal |
7. | habbetin | : tane, tohum |
8. | enbetet | : yetiştirdi (verdi) |
9. | seb’a | : yedi |
10. | senâbile | : sünbüller, başaklar |
11. | fî | : içinde, … de |
12. | kulli | : hepsi, herbiri |
13. | sunbuletin | : sünbül, başak |
14. | mietu | : yüz |
15. | habbetin | : tane, tohum |
16. | ve allâhu | : ve Allah |
17. | yudâifu | : kat kat arttırıp, verir |
18. | li men | : kişi için, o kimseye |
19. | yeşâu | : diler |
20. | ve allâhu | : ve Allah |
21. | vâsiun | : vasi olan, herşeyi kapsayan, lûtfu geniş (bol) olan |
22. | alîmun | : en iyi bilen |
٢٦٢
اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فى سَبيلِ اللّهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَا اَنْفَقُو مَنًّا وَلَا اَذًى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(262) ellezine yünfikune emvalehüm fi sebilillahi sümme la yütbiune ma enfeku mennev ve la ezel lehüm ecruhüm inde Rabbihim ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
o kimseler ki mallarını sarf edip Allah yolundan sonra verdiklerin infakın arkasından başa kalkmayanlar ve eza yapmayanlar onların ecirleri (vardır) Rableri katında onlara korku yoktur onlar mahzunda olmayacaklardır
1. | ellezîne | : onlar |
2. | yunfikûne | : infâk ederler, verirler |
3. | emvâle-hum | : kendi mallarını |
4. | fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) | : Allah’ın yolunda |
5. | summe | : sonra |
6. | lâ yutbiûne | : tâbî kılmazlar, arkasından (minnet, başa |
7. | mâ enfekû | : infâk ettikleri şey, verdikleri şey |
8. | mennen | : minnet etirerek |
9. | ve lâ ezen | : ve eza etmeyerek |
10. | lehum | : onlara |
11. | ecru-hum | : onların mükâfatları |
12. | inde | : yanında, katında |
13. | Rabbi-him | : onların Rab’leri |
14. | ve lâ havfun | : ve korku yoktur |
15. | aleyhim | : onlara |
16. | ve lâ hum yahzenûne | : ve onlar mahzun olmazlar |
٢٦٣
قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌمِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا اَذًى وَاللّهُ غَنِىٌّ حَليمٌ
(263) kavlüm ma’rufüv ve mağfiratün hayrum min sadekatiy yetbeuha eza vallahü ğaniyyün halim
iyi bir söz ve bir kusur bağışlamak sadakadan daha hayırlıdır arkasından eza takılacak Allah ganidir, halimdir
1. | kavlun | : bir söz |
2. | ma’rûfun | : güzel, iyi, örfe uygun |
3. | ve magfiretun | : ve mağfret, bağışlayıp iyi davranma |
4. | hayrun | : hayırlıdır |
5. | min | : dan |
6. | sadakatin | : sadaka |
7. | yetbeu-hâ | : onu takip eder, arkasından gelir onu başa kakar |
8. | ezen | : eza ederek, eziyet vererek |
9. | ve allâhu | : ve Allah |
10. | ganiyyun | : gani, zengin, muhtaç olmayan |
11. | halîmun | : halîm, sakin, yumuşak olan |
٢٦٤
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذى كَالَّذى يُنْفِقُ مَالَهُ رِءَاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الْاخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لَا يَقْدِرُونَ عَلى شَىْءٍ مِمَّا كَسَبُوا وَاللّهُ لَايَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرينَ
(264) ya eyyühellezine amenu la tübtilu sadekatiküm bil menni vel eza kellezi yünfiku malehu riaen nasi ve la yü’minü billahi vel yevmil ahir fe meselühu ke meseli safvanin aleyhi türabün fe esabehu vabilün fe terakehu salda la yakdirune ala şey’im mimma kesebu vallahü la yehdil kavmel kafirin
ey iman edenler! sadakalarınızı boşa çıkarmayın başa kalkarak gönül kırarak malını sarf eden kimse gibi insanlara gösteriş için Allah’a inanmayan (kimse gibi) ve ahiret gününe böyle kimsenin misalini şuna benzer ki üzerinde biraz toprak bulunan bir kayanın haline benzer ona şiddetli yağmur isabet edince onu yapa yalçın bırakır takdir edilene erişemezler böyleleri kazandıkları şeylerden Allah hidayete eriştirmez kafirler güruhunu
1. | yâ eyyuhâ | : ey |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | âmenû | : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler |
4. | lâ tubtılû | : bâtıl (iptal) etmeyin, boşa çıkarmayın |
5. | sadakâti-kum | : sadakalarınızı |
6. | bi el menni | : minnet ile (başa kakarak) |
7. | ve el ezâ | : ve eza (eziyet) |
8. | kellezî (ke ellezî) | : onlar gibi |
9. | yunfiku | : infâk eder, verir |
10. | mâle-hu | : malını |
11. | riâe | : riya, gösteriş |
12. | en nâsi | : insanlar |
13. | ve lâ yu’minu | : ve inanmaz |
14. | billâhi (bi allâhi) | : Allah’a |
15. | ve el yevmi el âhıri | : ve ahiret günü, son gün, sonraki gün |
16. | fe meselu-hu | : o zaman, işte onun durumu 17 – ke meseli |
17. | safvânin | : sert kaya |
18. | aleyhi | : onun üzerinde |
19. | turâbun | : toprak |
20. | fe | : sonra, öyle ki |
21. | esâbe-hu | : ona isabet etti |
22. | vâbilun | : sağanak yağmur, şiddetli, kuvvetli yağmur |
23. | fe | : o zaman, böylece |
24. | terake-hu | : onu terketti, onu bıraktı |
25. | salden | : sert, çorak, verimsiz kaya halinde |
26. | lâ yakdirûne | : muktedir olamazlar, elde edemezler |
27. | alâ şey’in | : bir şeye |
28. | mimmâ (min mâ) | : şey(ler)den |
29. | kesebû | : kazandılar |
30. | ve allâhu | : ve Allah |
31. | lâ yehdi | : hidayete erdirmez |
32. | el kavme | : kavim, topluluk |
33. | el kâfirîne | : kâfirler |
Sayfa:44
٢٦٥
وَمَثَلُ الَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّهِ وَتَثْبيتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍبِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصيرٌ
(265) ve meselüllezine yünfikune emvalehümüb tiğae merdatillahi ve tesbitem min enfüsihim ke meseli cennetim bi rabvetin esabeha vabilün fe atet üküleha di’feyn fe il lem yüsibha vabilün fe tall vallahü bima ta’melune basiyr
mallarını sarf eden kimselerin hali ise Allah rızasına erişmek ve sebatkar kılmak için kendi nefislerini tepede ki bir bahçenin haline benzer ki oraya kuvvetli yağmur isabet etmişte meyvelerini iki kat vermiştir ona isabet etmese bol yağmur (dahi) bir çisenti gelir Allah, yaptıklarınızı görür
1. | ve meselu | : ve durum, mesele, hal |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | yunfikûne | : infâk ederler, verirler |
4. | emvâle-hum | : kendi malları |
5. | ibtigâe | : istediler, talep ettiler |
6. | mardâti allâhi | : Allah’ın rızası |
7. | ve tesbîten | : ve tespit ederek, sabit kılarak |
8. | min enfusi-him | : kendi nefslerinden, nefslerini |
9. | ke | : gibi, benzer |
10. | meseli | : mesele, durum, hal |
11. | cennetin | : cennet, bahçe |
12. | bi Rabvetin | : münbit yüksek tepede |
13. | esâbe-hâ | : ona isabet etti |
14. | vâbilun | : sağanak, şiddetli, kuvvetli yağmur |
15. | fe âtet | : o zaman verdi |
16. | ukule-hâ | : ürününü, meyvesini |
17. | dı’feyni | : iki kat |
18. | fe | : o zaman, fakat, hatta |
19. | in lem yusıb-hâ | : eğer ona isabet etmezse |
20. | vâbilun | : sağanak, şiddetli, kuvvetli yağmur |
21. | fe tallun | : hatta çiselese bile |
22. | ve allâhu | : ve Allah |
23. | bi-mâ | : şeyi |
24. | ta’melûne | : yapıyorsunuz |
25. | basîrun | : en iyi gören |
٢٦٦
اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخيلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُ فيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِوَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَاءُ فَاَصَابَهَا اِعْصَارٌ فيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْ كَذلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الْايَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ
(266) e yeveddü ehadüküm en tekune lehu cennetüm min nehiyliv ve a’nabin tecri min tahtihel enharu lehu fiha min küllis semerati ve esabehül kiberu ve lehu zürriyyetün duafaü fe esabe ha i’sarun fihi narin fahterakat kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayati lealleküm tetefekkerun
sizden biriniz arzu eder mi? kendisinin bahçesi olsun bir hurma ve üzüm altından nehirler akan onun içinde meyvelerin her türlüsü (bulunsun) ama üzerine ihtiyarlık çöksün ve zürriyeti güçsüz ve zayıf kişiler (olsun) derken isabet ederek o bahçeye ateşli bir kasırga yanıversin işte Allah böyle açıklıyor size ayetlerini umulur ki düşünesiniz
1. | e yeveddu | : ister mi, temenni eder mi |
2. | ehadu-kum | : sizden biriniz |
3. | en tekûne | : olmasını |
4. | lehu | : onun |
5. | cennetun | : bir bahçe |
6. | min nahîlin | : hurmalıktan |
7. | ve a’nâbin | : ve üzümler, bağlar |
8. | tecrî | : akar |
9. | min tahti-hâ | : onun altından |
10. | el enhâru | : nehirler |
11. | lehu fî-hâ | : orada onun vardır (bulunur) |
12. | min kulli | : hepsinden, her türlü |
13. | es-semarâti | : ürünler, meyveler |
14. | ve esâbe-hu | : ve ona isabet etti |
15. | el kiberu | : yaşlılık, ihtiyarlık |
16. | ve lehu | : ve onun vardır |
17. | zurriyyetun | : zürriyet, çocuklar |
18. | duâfâu | : zayıf, güçsüz |
19. | fe esâbe-hâ | : sonra da ona isabet etti |
20. | ı’sârun | : kasırga |
21. | fî-hi nârun | : onun içinde ateş vardır (bulunur) |
22. | fe ıhterakat | : böylece yaktı |
23. | kezâlike | : işte böyle |
24. | yubeyyinu | : beyan ediyor, açıklıyor |
25. | allâhu | : Allah |
26. | lekum el âyâti | : size âyetleri |
27. | lealle-kum | : umulur ki böylece siz |
28. | tetefekkerûne | : düşünürsünüz, tefekkür edersiniz |
٢٦٧
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَبيثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاخِذيهِ اِلَّا اَنْ تُغْمِضُوا فيهِ وَاعْلَمُوا اَنَّ اللّهَ غَنِىٌّ حَميدٌ
(267) ya eyyühellezine amenu enfiku min tayyibati ma kesebtüm ve mimma ahracna leküm minel ard ve la teyemmemül habise minhü tünfikune ve lestüm bi ahizihi illa en tüğmidu fih va’lemu ennellahe ğaniyyün hamid
ey iman edenler kazandıklarınızdan iyilerinden (Allah için) sarf edin sizin için yerden çıkardığımız mahsullerden vermeye yeltenmeyin onların kötü olanlarını infak ederek vermeyin kendinizin dahi alamayacağı düşük adi şeylerden bilin ki Allah ganidir övülmeye layıktır
1. | yâ eyyuhâ | : ey |
2. | ellezine | : o kimseler, onlar |
3. | âmenû | : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler), îmân ettiler |
4. | enfikû | : infâk edin, verin |
5. | min tayyibâti | : temiz olanlardan, iyilerinden |
6. | mâ kesebtum | : kazandığınız şeyler |
7. | ve mimmâ (min mâ) | : ve şeylerden |
8. | ahracnâ | : biz çıkardık |
9. | lekum | : sizin için |
10. | min el ardı | : arzdan, yerden |
11. | ve lâ teyemmemû | : ve yönelmeyin, kalkışmayın |
12. | el habîse | : kötü, fena, kalitesiz |
13. | min-hu | : ondan |
14. | tunfikûne | : infâk ediyorsunuz, veriyorsunuz |
15. | ve lestum | : ve siz değilsiniz |
16. | bi âhızî-hi | : onu alacak olan |
17. | illâ en tugmidû | : ancak göz yummadan, güzü kapalı |
18. | ve a’lemû | : ve bilin |
19. | enne allâhe | : Allah’ın ….. olduğunu |
20. | ganiyyun | : gani, zengin, hiçbir şeye muhtaç olma- |
21. | hamîdun | : hamdedilen |
٢٦٨
اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَاْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاءِ وَاللّهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًا وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ
(268) eşşeytanü yeidükümül fakra ve ye’müruküm bil fahşa’ vallahü yeidüküm mağfiratem minhü ve fadla vallahü vasiun alim
şeytan size fakir olacağınızı vaat eder ve fuhşa çirkin şeylere teşvik eder Allah da size vaat ediyor kendi tarafından bir mağfiret ve fazlından Allah’ın kudreti geniş, ilmi de çoktur
1. | eş şeytânu | : şeytan |
2. | yeidu-kum | : size vaadediyor |
3. | el fakra | : fakirlik |
4. | ve ye’muru-kum | : ve size emrediyor |
5. | bi el fahşâi | : kötülüğü, çirkin şeyleri, fuhşu |
6. | ve allâhu | : ve Allah |
7. | yeidu-kum | : size vaadediyor |
8. | magfireten | : mağfiret, günahların sevaba çevrilmesi, bağışlanma |
9. | min-hu | : ondan, kendisinden |
10. | ve fadlan | : ve fazl |
11. | ve allâhu | : ve Allah |
12. | vâsiun | : vasi olan, herşeyi kaplayan, |
13. | alîmun | : en iyi bilen |
٢٦٩
يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ
(269) yü’til hikmete mey yeşa’ ve mey yü’tel hikmete fe kad utiye hayran kesira ve ma yezzekkeru illa ülül elbab
dilediğine hikmeti verir kime de hikmet verilirse muhakkak (ona) pek çok hayır verilmiştir bunu tefekkür eder ancak akıl sahipleri
1. | yu’ti | : verir |
2. | el hikmete | : hikmet |
3. | men | : kişi, kimse |
4. | yeşâu | : diler |
5. | ve men yu’te | : ve kime verilir(se) |
6. | el hikmete | : hikmet |
7. | fe | : o zaman, o taktirde, böylece |
8. | kad | : olmuştu, olmuştur |
9. | ûtiye | : verildi |
10. | hayran | : bir hayır |
11. | kesîren | : çok |
12. | ve mâ yezzekkeru | : ve tezekkür edemez, düşünemez |
13. | illâ | : ancak, sadece, hariç, den başka |
14. | ulû el elbâbi | : ulûl’elbab, sırların sahipleri |
Sayfa:45
٢٧٠
وَمَا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْنَذْرٍ فَاِنَّ اللّهَ يَعْلَمُهُ وَمَا لِلظَّالِمينَ مِنْ اَنْصَارٍ
(270) ve ma enfaktüm min nefekatin ev nezertüm min nezrin fe innellahe ya’lemüh ve ma liz zalimine min ensar
siz neyi infak edersiniz nafaka olarak veya nezir olarak (neyi) adarsınız muhakkak Allah onu bilir zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur
1. | ve mâ enfaktum | : ve infâk ettiniz, infâk ettiğiniz şey |
2. | min nafakatin | : nafakadan, nafaka olarak, bir nafaka |
3. | ev | : veya |
4. | nezertum | : nezrettiniz, adadınız |
5. | min nezrin | : nezirden, nezir olarak, bir nezir, bir adak |
6. | fe | : o zaman, o taktirde |
7. | inne | : muhakkak, mutlaka |
8. | allâhe | : Allah |
9. | ya’lemu-hu | : onu bilir |
10. | ve mâ | : ve yoktur |
11. | li ez zâlimîne | : zalimler için |
12. | min ensârın | : (yardımcılardan) bir yardımcı |
٢٧١
اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِىَ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَ الْفُقَرَاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيَِّاتِكُمْ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبيرٌ
(271) in tübdüs sadekati fe niimma hi ve in tuhfuha ve tü’tuhel fükarae fe hüve hayrul leküm ve yükeffiru anküm min seyyiatiküm vallahü bi ma ta’melune habir
eğer aşikar olarak verirseniz sadakaları, o ne güzel! eğer onu gizleyerek fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır kefaret olur ve sizin günahlarınızdan (bir kısmına) Allah yaptıklarınızdan haberdardır
1. | in | : eğer |
2. | tubdû | : açıkça ortaya çıkarırsanız |
3. | es sadakâti | : sadakalar |
4. | fe | : o zaman, o taktirde, işte |
5. | niimmâ (niim mâ) | : ne güzel |
6. | hiye | : o |
7. | ve in tuhfû-hâ | : ve onu gizlerseniz |
8. | ve tu’tû-ha | : ve onu verirsiniz |
9. | el fukarâe | : fakirler |
10. | fe | : artık |
11. | huve | : o |
12. | hayrun | : hayırlıdır, daha hayırlıdır |
13. | lekum | : sizin için |
14. | ve yukeffiru | : ve örter |
15. | an-kum | : sizden |
16. | min seyyiâti-kum | : günahlarınızdan |
17. | ve allâhu | : ve Allah |
18. | bi mâ | : şeyleri |
19. | ta’melûne | : yapıyorsunuz |
20. | habîrun | : haberdar olan |
٢٧٢
لَيْسَ عَلَيْكَ هُديهُمْ وَلكِنَّ اللّهَ يَهْدى مَنْ يَشَاءُ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْ وَمَا تُنْفِقُونَ
اِلَّاابْتِغَاءَ وَجْهِ اللّهِ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ
(272) leyse aleyke hüdahüm ve lakinnellahe yehdi mey yeşa’ ve ma tünfiku min hayrin fe li enfüsiküm ve ma tünfikune illebtiğae vechillah ve ma tünfiku min hayriy yüveffe ileyküm ve entüm la tuzlemun
senin üzerine bir borç değildir onların hidayete gelmeleri lakin Allah dilediğini hidayete erdirir ne infak ederseniz hayırdan nefsiniz içindir siz ancak verirsiniz Allah’ın zatına erişmek için evet, ne infak ederseniz hayır namına (sevabı) size ödenir size zulüm yapılmaz
1. | leyse | : değil |
2. | aleyke | : senin üzerine |
3. | hudâ-hum | : onların hidayete ermesi |
4. | ve lâkinne | : ve lâkin, fakat |
5. | allâhe | : Allah |
6. | yehdî | : hidayete erdirir |
7. | men | : kimse |
8. | yeşâu | : diledi |
9. | ve mâ tunfikû | : ve infâk ettiğiniz şey, ne infâk |
10. | min hayrin | : hayırdan |
11. | fe | : o zaman, işte o |
12. | li enfusi-kum | : kendi nefsiniz, kendiniz için |
13. | ve mâ tunfikû | : ve infâk ettiğiniz şey, ne infâk |
14. | illebtigâe (illâ ibtigâe) | : sadece istedi, diledi |
15. | vechi allâhi | : Allah’ın |
16. | ve mâ tunfikû | : ve infâk ettiğiniz şey, ne infâk |
17. | min hayrin | : hayırdan |
18. | yuveffe | : vefa edilir, ödenir, karşılığı tam verilir |
19. | ileykum | : size |
20. | ve entum | : ve siz |
21. | lâ tuzlemûne | : zulmedilmezsiniz, size haksızlık yapılmaz |
٢٧٣
لِلْفُقَرَاءِ الَّذينَ اُحْصِرُوا فى سَبيلِ اللّهِ لَا يَسْتَطيعُونَ ضَرْبًا فِى الْاَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَاءَ مِنَالتَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُمْ بِسيميهُمْ لَا يَسَْلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًا وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ
(273) lil fükaraillezine uhsiru fi sebilillahi la yestetiy’une darben fil erdi yahsebühümül cahilü ağniyae minet teaffüf ta’rifühüm bi simahüm la yes’elunen nase ilhafa ve ma tünfiku min hayrin fe innellahe bihi alim
nefislerini korumak için kenara çekilen fakirler ki Allah yolunda onların güçleri yetmez arz üzerinde kazanç için gitmeye bilmeyenler onları zengin zannederler iffetli ve çekingen oldukları için sen onların simalarından tanırsın insanları isteyerek rahatsız etmezler hayır namına ne infak ederseniz muhakkak Allah onu bilir
1. | li el fukarâi | : fakirler için, fakirlere ait, fakirlerin |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | uhsirû | : hasrettiler, adadılar |
4. | fî sebîlillâhi (sebîli allâhi) | : Allah’ın yolunda |
5. | lâ yestatîûne | : istidatları olmaz, güçleri yetmez |
6. | darben | : dolaşarak |
7. | fî el ardı | : yeryüzünde |
8. | yahsebu-hum(u) | : onları sanır, onları zanneder 9 – el câhilu |
9. | agniyâe | : zengin |
10. | min et teaffufi | : iffetlerinden |
11. | ta’rifu-hum | : onlar tanırsın |
12. | bi sîmâ-hum | : onların yüzleri ile, yüzlerinden |
13. | lâ yes’elûne | : istemezler |
14. | en nâse | : insanlar |
15. | ilhâfen | : rahatsız ederek, zorla, ısrarla |
16. | ve mâ tunfikû | : ve ne infâk ederseniz, ne verirseniz |
17. | min hayrin | : hayırdan, hayır olarak |
18. | fe | : o taktirde |
19. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
20. | bi-hi alîmun | : onu en iyi bilen |
٢٧٤
اَلَّذينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّوَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(274) ellezine yünfikune emvalehüm bil leyli ven nehari sirrav ve alaniyeten fe lehüm ecruhüm inde rabbihim ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
işte o kimseler ki infak ederler mallarını gece ve gündüz gizli ve açıkça verirler işte onların ecirleri Rableri katındadır onlara hiçbir korku yoktur onlar mahzun da olmayacaklardır
1. | ellezîne | : onlar |
2. | yunfikûne | : infâk ederler, verirler |
3. | emvâle-hum | : kendi mallarını |
4. | bi el leyli | : geceleyin, gece |
5. | ve en nehâri | : ve gündüz |
6. | sirran | : sır olarak, gizli olarak |
7. | ve alâniyeten | : ve alenî olarak, açıkça |
8. | fe | : o zaman, o taktirde, işte |
9. | lehum | : onlar için vardır |
10. | ecru-hum | : onların ecirleri, mükâfatları |
11. | inde | : yanında, katında |
12. | Rabbi-him | : onların Rab’leri |
13. | ve lâ havfun | : ve korku yoktur |
14. | aleyhim | : onlara |
15. | ve lâ hum yahzenûne | : ve onlar mahzun olmazlar |
Sayfa:46
٢٧٥
اَلَّذينَ يَاْكُلُونَ الرِّبوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذى يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّ ذلِكَ بِاَنَّهُمْقَالُوا اِنَّمَاالْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبوا وَاَحَلَّ اللّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبوا فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه فَانْتَهى فَلَهُ مَا سَلَفَ وَاَمْرُهُ اِلَى اللّهِ وَمَنْ عَادَ فَاُولءِكَ اَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(275) ellezine ye’küluner riba la yekumune illa kema yekumüllezi yetehabbetuhüş şeytanü minel mess zalike bi ennehüm kalu innemel bey’u mislür riba ve ehalellahül bey’a ve harramer riba fe men caehu mevizatüm mir rabbihi fenteha fe lehu ma selef ve emruhu ilellah ve men ade fe ülaike ashabün nar hüm fiha halidun
faiz yiyen o kimseler ki (başka türlü) kalkmayacaklar ancak çarptığı kimse gibi kalkacaklar şeytanın temas edipte bunun sebebi şöyle demelerinde dolayıdır alış veriş tıpkı faiz gibidir halbuki Allah alış verişi helal, faizi haram kılmıştır bundan, (faiz yemekten) vazgeçerse kime Rabbinden bir vaiz gelir geçmişi onun olur onun işi, hükmü Allah’a kalır kimde (tekrar) faize dönerse işte onlar cehennemliktirler onlar orada ebedi olarak kalacaklar
1. | ellezîne | : onlar |
2. | ye’kulûne | : yerler |
3. | er ribâ | : riba, faiz |
4. | lâ yekûmûne | : kalkmazlar |
5. | illâ | : ancak, sadece, den başka |
6. | kemâ | : gibi |
7. | yekûmu | : kalkarlar |
8. | ellezî | : ki o, o |
9. | yetehabbetu-hu | : ona çarpar, onu hırpalar |
10. | eş şeytânu | : şeytan |
11. | min el messi | : dokunmasından, çarpmasından (çarpılması) |
12. | zâlike | : işte bu |
13. | bi enne-hum | : onların ….. olması sebebi ile |
14. | kâlû | : dediler |
15. | innemâ | : ama, fakat, ancak |
16. | el bey’u | : alışveriş |
17. | mislu | : gibi, benzer |
18. | er ribâ | : riba, faiz |
19. | ve ehalle | : ve helâl kıldı |
20. | allâhu | : Allah |
21. | el bey’a | : alışveriş |
22. | ve harrame | : ve haram kıldı |
23. | er ribâ | : riba, faiz |
24. | fe | : o zaman, artık, bundan sonra |
25. | men | : kim |
26. | câe-hu | : ona, kendisine geldi |
27. | mev’izatun | : bir öğüt |
28. | min Rabbi-hi | : kendi Rabbinden |
29. | fe | : o zaman, böylece, artık |
30. | entehâ | : vazgeçti, bıraktı |
31. | fe | : o taktirde |
32. | lehu | : onun |
33. | mâ selefe | : geçen şey, geçmişte olan |
34. | ve emru-hu | : ve onun emri, onun işi, onun hakkındaki hüküm |
35. | ilâ allâhi | : Allah’a, Allah’a ait |
36. | ve men | : ve kim |
37. | âde | : döndü |
38. | fe ulâike | : işte onlar |
39. | ashâbu en nâri | : ateş ehli, ateş halkı |
40. | hum | : onlar |
41. | fî-hâ | : orada |
42. | hâlidûne | : ebedî kalacak olanlar |
٢٧٦
يَمْحَقُ اللّهُ الرِّبوا وَيُرْبِى الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَثيمٍ
(276) yemhakullahür riba ve yürbis sadekat vallahü la yühibbü külle keffarin esim
Allah faizi mahveder sadakayı da arttırır Allah sevmez suç işleyen hiçbir kafiri
1. | yemhaku | : azaltır, eksiltir |
2. | allâhu | : Allah |
3. | er ribâ | : riba, faiz |
4. | ve | : ve |
5. | yurbi | : arttırır |
6. | es sadakâti | : sadakalar |
7. | ve allâhu | : ve Allah |
8. | lâ yuhıbbu | : sevmez |
9. | kulle keffârin | : kâfirlerin hepsini (hiçbirini) |
10. | esîmin | : günahkâr |
٢٧٧
اِنَّ الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلوةَ وَاتَوُا الزَّكوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْعِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
(277) innellezine amenu ve amilus salihati ve ekamüs salate ve atevüz zekate lehüm ecruhüm inde rabbihim ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
muhakkak o kimseler iman edenler ve salih amel işleyenler ve namazlarını dosdoğru kılanlar ve zekatını verenler onların ecirleri Rableri katındadır onlara korku yoktur onlar mahzunda olmayacaklardır
1. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar, |
2. | âmenû | : îmân ettiler, âmenû oldular |
3. | ve amilû es sâlihâti | : ve ıslâh edici amel yaptılar, nefs tez- |
4. | ve | : ve |
5. | ekâmû | : ikame ettiler, hakkıyla yerine getirdiler |
6. | es salâte | : namazı |
7. | ve âtevû | : ve verdiler |
8. | ez zekâte | : zekât |
9. | lehum | : onlar için, onların vardır |
10. | ecru-hum | : onların ecirleri, mükâfatları |
11. | inde | : yanında, katında |
12. | Rabbi-him | : (onların) kendi Rab’leri |
13. | ve lâ havfun | : ve korku yoktur |
14. | aleyhim | : onlara |
15. | ve lâ hum yahzenûne | : ve onlar mahzun olmazlar |
٢٧٨
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَذَرُوا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(278) ya eyyühellezine amenüt tekullahe vezeru ma bekiye miner riba in küntüm mü’minin
ey iman edenler! Allah’tan sakının geriye kalanı almayı bırakın faiz alacaklarınızdan eğer sizler mü’minlerseniz
1. | yâ eyyuhâ | : ey |
2. | ellezîne | : o kimseler, onlar |
3. | âmenû | : îmân ettiler, âmenû oldular |
4. | ittekû | : takva sahibi olun |
5. | allâhe | : Allah’a karşı |
6. | ve | : ve |
7. | zerû | : bırakın, terkedin |
8. | mâ | : şey |
9. | bakiye | : bakiye, arta kalan, sona kalan, geriye kalan |
10. | min er ribâ | : ribadan, faizden |
11. | in | : eğer, ise |
12. | kuntum | : siz |
13. | mu’minîne | : mü’minler |
٢٧٩
فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَاْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَاللّهِ وَرَسُولِه وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُسُ اَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ
(279) fe il lem tef’alu fe’zenu bi harbim minallahi ve rasulih ve in tübtüm fe leküm ruusü emvaliküm la tazlimune ve la tuzlemun
eğer (bunu) yapmazsanız harp ilan etmiş olursunuz Allah’a ve o’nun resulüne karşı eğer tövbe ederseniz mallarınızın ana sermayesi sizindir ne zulüm etmiş olursunuz ne de zulme uğramış olursunuz
1. | fe | : o zaman, o taktirde, bundan sonra |
2. | in lem tef’alû | : eğer yapmazsanız |
3. | fe’zenû (fe izenû) | : o taktirde bilin |
4. | bi harbin | : harbi, savaşı |
5. | min allâhi | : Allah’tan |
6. | ve resûli-hi | : ve onun resûlü |
7. | ve in | : ve eğer |
8. | tubtum | : tövbe ettiniz |
9. | fe | : o zaman, artık, o taktirde |
10. | lekum | : sizin |
11. | ruûsu | : ana mallar, ana para |
12. | emvâli-kum | : sizin mallarınız |
13. | lâ tazlimûne | : zulmetmezsiniz, haksızlık etmezsiniz |
14. | ve lâ tuzlemûne | : ve zulmedilmezsiniz, haksızlığa uğramazsınız |
٢٨٠
وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلى مَيْسَرَةٍ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
(280) ve in kane zu usretin fe neziratün ila meyserah ve en tesaddeku hayrul leküm in küntüm ta’lemun
eğer (alacağınız kimse) zor durumda ise mühlet vermek kolaylıktır eğer borcu tasadduk ederseniz sizin için daha hayırlı olur eğer bilirseniz
1. | ve | : ve |
2. | in | : eğer |
3. | kâne | : oldu |
4. | zû | : sahip |
5. | usratin | : darlık, zorluk |
6. | fe | : o taktirde, o halde |
7. | naziratun | : (bekleyerek) beklemek |
8. | ilâ | : … e kadar |
9. | meyseretin | : kolaylık, bolluk |
10. | ve | : ve |
11. | en tesaddekû | : sadaka etmeniz |
12. | hayrun | : (daha) hayırlı |
13. | lekum | : sizin için |
14. | in kuntum | : eğer siz, iseniz |
15. | ta’lemûne | : biliyorsunuz |
٢٨١
وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فيهِ اِلَى اللّهِ ثُمَّ تُوَفّىكُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
(281) vetteku yevmen türceune fihi ilellahi sümme tüveffa küllü nefsim ma kesebet vehüm la yuzlemun
öyle bir günden sakının ki o günde Allah’a döndürüleceksiniz sonra herkese tamamen ödenecek (dünya da) ne kazanmışsa kendisine ve onlar hiçbir zulme uğramayacak
1. | ve ittekû | : ve sakının |
2. | yevmen | : bir gün |
3. | turceûne | : döndürüleceksiniz |
4. | fî-hi | : onun içinde, onda |
5. | ilâ allâhi | : Allah’a |
6. | summe | : sonra |
7. | tuveffâ | : vefa edilir, tam olarak (tamamen) ödenir |
8. | kullu | : hepsi |
9. | nefsin | : nefs, kişi |
10. | mâ | : şeyler |
11. | kesebet | : kazandı |
12. | ve hum | : ve onlar |
13. | lâ yuzlemûne | : zulmedilmezler, haksızlığa uğramazlar |
Sayfa:47
٢٨٢
يَااَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلَا يَاْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذى عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيًْا فَاِنْ كَانَ الَّذى عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفيهًا اَوْ ضَعيفًا اَوْلَا يَسْتَطيعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُوا شَهيدَيْنِمِنْ رِجَالِكُمْ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْد يهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْد يهُمَا الْاُخْرى وَلَا يَاْبَ الشُّهَدَاءُ اِذَا مَا دُعُوا وَلَا تَسَْمُوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغيرًا اَوْ كَبيرًا اِلى اَجَلِه ذلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنى اَلَّا تَرْتَابُوا اِلَّا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُديرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَا وَاَشْهِدُوا اِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهيدٌ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُوا اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ وَاللّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ
(282) ya eyyühellezine amenu iza tedayentüm bi deynin ila ecelim müsemmen fektübuh vel yektüb beyneküm katibüm bil adli ve la ye’be katibün ey yektübe kema allemehüllahü fel yektüb velyümlilil lezi aleyhil hakku vel yettekillahe rabbehu ve la yebhas minhü şey’a fe in kanellezi aleyhil hakku sefihen ev daiyfen ev la yestetiy’u eyyümille hüve felyümlil veliyyühu bil adl vesteşhidu şehideyni mir ricaliküm fe il lem yekuna racüleyni fe racülüv vemraetani mimmen terdavne mineş şühedai en tedille ihdahüma fe tüzekkira ildahümel uhra ve la ye’beş şühedaü iza ma düu ve la tes’emu en tektübuhü sağiyran ev kebiran ila ecelih zaliküm aksetu indellahi ve akvemü liş şehadeti ve edna ella tertabu illa en tekune ticaraten hadiraten tüdiruneha beyneküm fe leyse aleyküm cünahun ella tektübuha ve şehidu iza tebaya’tüm ve la yüdarra katibüv ve la şehid ve in tef’alu fe innehu füsuküm biküm vettekullah ve yüallimükümüllah vallahü bi külli şey’in alim
ey iman edenler borçlandığınız zaman muayyen bir vade ile onu yazın ve aranızda yazsın bir katip doğruları katip yazmaktan kaçınmasın Allah’ın kendisine öğrettiği gibi hemen yazsın söyleyerek yazdırsın üzerinde (yazdırma) hakkı bulunan kimse Rabbi olan Allah’tan sakınsın hak olan hiçbir şeyi eksik bırakmasın eğer üzerinde hakkı olan kimse sefih ise veya zayıf ise gücü yetmiyorsa söyleyip yazdırmaya onu hemen yazdırsın velisi adaletli (davransın) erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun eğer iki erkek olmazsa o zaman bir erkek iki kadından razı olacağınız şahitler (seçilir) iki kadından biri şaşırırsa diğeri onu (ikaz edip) hatırlatsın şahitlerde kaçınmasınlar çağrıldıklarında onu yazmaktan usanmayın onun vadesi az olsun çok olsun onun vadesi az olsun çok olsun Allah katında adalete daha yakındır meğer ki bir ticareti olsun
aranızda hemen devredeceğiz o (zaman) yoktur yazmamanızda size bir günah alış veriş yaptığınızda şahit tutunuz zarar verilmesin katibe ve şahitlik edene bunu yaparsanız muhakkak kendinize (dokunacak) bir fısk olur Allah’tan sakının Allah size öğretiyor Allah her şeyi bilendir
1. | yâ eyyuhe | : ey |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | âmenû | : âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler) îmân ettiler |
4. | izâ | : olduğu zaman, olunca |
5. | tedâyentum | : birbirinize borçlandınız |
6. | bi deynin | : bir borç ile |
7. | ilâ ecelin | : bir süreye kadar |
8. | musemmen | : isimlendirilmiş, belirlenmiş |
9. | fektubûhu (fe uktubû-hu) | : o zaman, olunca onu yazın |
10. | vel yektub (ve li yektub) | : ve yazsın |
11. | beyne-kum | : sizin aranızda |
12. | kâtibun | : kâtip, yazıcı |
13. | bi el adli | : adalet ile |
14. | ve lâ ye’be | : ve çekinmesin |
15. | kâtibun | : kâtip, yazıcı |
16. | en yektube | : yazmanız |
17. | kemâ | : gibi |
18. | alleme-hu | : ona öğretti |
19. | allâhu | : Allah |
20. | felyektub (fe li yektub) | : böylece, aynı şekilde yazsın |
21. | velyumlilillezî | : ve imlâ ettirsin, yazdırsın ki o |
22. | aleyhi | : onun üzerinde, üzerine |
23. | el hakku | : hak |
24. | velyettekıllâhe | : ve Allah’a karşı takva sahibi olsun, (ve li yetteki allahe) (ve Allah’tan çekinsin) |
25. | rabbe-hu | : (onun) Rabbi |
26. | ve lâ yebhas | : ve eksiltmesin |
27. | min-hu şey’en | : ondan birşey |
28. | fe | : artık, fakat |
29. | in kâne | : eğer, olursa |
30. | ellezî | : ki o, o |
31. | aleyhi | : onun üzerinde |
32. | el hakku | : hak |
33. | sefîhan | : sefil, akılsız, akıl edemeyen |
34. | ev | : veya |
35. | daîfen | : küçük, güçsüz |
36. | ev | : veya |
37. | lâ yestatîu | : muktedir değil |
38. | en yumille | : yazdırmaya |
39. | huve | : o |
40. | felyumlil (fe li yumlil) | : o zaman, o taktirde yazdırsın |
41. | veliyyu-hu | : onun velisi |
42. | bi el adli | : adalet ile |
43. | ve isteşhidû | : ve şahitler tutun |
44. | şehîdeyni | : iki şahit |
45. | min ricâli-kum | : erkeklerinizden |
46. | fe in lem yekûnâ | : fakat bulunmuyorsa, bulunamıyorsa |
47. | raculeyni | : iki erkek |
48. | fe | : o zaman, o taktirde |
49. | raculun | : bir erkek |
50. | ve imraetâni | : ve iki kadın |
51. | mimmen (min men) | : o kimselerden, onlardan |
52. | terdavne | : razı olacağınız |
53. | min eş şuhedâi | : şahitlerden |
54. | en tedılle | : dalâlette olması, unutması |
55. | ıhdâ-humâ | : ikisinden birisi, onlardan birisi |
56. | fe | : o taktirde, o zaman |
57. | tuzekkire | : hatırlatır |
58. | ıhdâ-huma | : ikisinden birisi, onlardan birisi |
59. | el uhrâ | : diğeri |
60. | ve lâ ye’be | : ve kaçınmasın |
61. | eş şuhedâu | : şahitler |
62. | izâ | : olduğu zaman, olunca |
63. | mâ duû | : davet edildikleri şey (şahitlik) |
64. | ve lâ tes’emû | : ve usanmayın, üşenmeyin |
65. | en tektubû-hu | : onu yazmanız |
66. | sagîran | : küçük |
67. | ev | : veya |
68. | kebîran | : büyük |
69. | ilâ eceli-hi | : (onun) onu vadesine kadar |
70. | zâlikum | : işte bu |
71. | aksatu | : en adaletli |
72. | inde allâhi | : Allah’ın katında |
73. | ve akvemu | : ve en sağlam |
74. | li eş şehâdeti | : şahitlik için, şahitliğe |
75. | ve ednâ | : ve daha yakın |
76. | ellâ tertâbû | : şüphe etmemeniz |
77. | illâ | : ancak, hariç |
78. | en tekûne | : olmanız |
79. | ticâreten | : ticaret |
80. | hâdıraten | : hazır olan |
81. | tudîrûne-hâ | : onu tedvir ediyorsunuz, onu devre- |
82. | beyne-kum | : kendi aranızda |
83. | fe | : o taktirde, o zaman |
84. | leyse | : değil, yoktur |
85. | aleykum | : sizin üzerinize |
86. | cunâhun | : bir günah |
87. | ellâ tektubû-hâ | : onu yazmamanız |
88. | ve eşhidû | : ve şahit tutun |
89. | izâ tebâya’tum | : alışveriş, anlaşma yaptığınız zaman |
90. | ve lâ yudârra | : ve zarar verilmesin |
91. | kâtibun | : kâtip, yazıcı |
92. | ve lâ şehîdun | : ve şahitler olmasın |
93. | ve in tef’alû | : ve eğer yaparsanız |
94. | fe | : o zaman, o taktirde, bundan sonra |
95. | inne-hu | : muhakkak ki o, mutlaka o |
96. | fusûkun | : fısktır |
97. | bi-kum | : size, kendinize |
98. | ve ittekû | : ve takva sahibi olun |
99. | allâhe | : Allah |
100. | ve yuallimu-kum | : ve size öğretiyor |
101. | allâhu | : Allah |
102. | ve allâhu | : ve Allah |
103. | bi kulli şey’in | : herşeyi |
Sayfa:48
٢٨٣
وَاِنْ كُنْتُمْ عَلى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِىاؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُ اثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَليمٌ
(283) ve in küntüm ala seferiv ve lem tecidu katiben ferihanüm makbudah fe in emine ba’duküm ba’dan felyüeddillezi’tümine emanetehu velyettekillahe rabbeh ve la tektümüş şehadeh ve mey yektümha fe innehu asimün kalbüh vallahü bi ma ta’melune alim
eğer seferde olur da katip de bulamazsanız o halde borçludan alınmış rehineler (kafidir) şayet birbirinizden emin bulunursanız kendisine güvenilen kimse iade etsin üzerindeki emaneti Rabbi (olan) Allah’tan sakınsın şahitliği gizlemesin onu kim gizlerse muhakkak onun kalbi günah içindedir Allah bütün yaptıklarınızı bilir
1. | ve in kuntum | : ve eğer siz, iseniz, olduysanız |
2. | alâ seferin | : seferde, yolculukta |
3. | ve lem tecidû | : ve bulamadınız |
4. | kâtiben | : bir kâtip, bir yazıcı |
5. | fe rihânun | : o zaman, o taktirde rehinler |
6. | makbûdatun | : kabzedilmiş, tutulmuş, alınmış olan |
7. | fe in emine | : emin olduğunuz taktirde |
8. | ba’du-kum | : sizin bir kısmınız |
9. | ba’dan | : bir kısmına |
10. | felyueddi (fe li yueddi) | : böylece, o halde ödesin |
11. | ellezî | : ki o |
12. | u’tumine | : itimat edildi, güven duyuldu |
13. | emânete-hu | : onun emanetini |
14. | ve li yettekı allâhe | : ve Allah’a karşı takva sahibi olsun ve Allah’tan sakınsın |
15. | Rabbe-hu | : onun Rabbi |
16. | ve lâ tektumû | : ve gizlemeyin |
17. | eş şehâdete | : şahitlik |
18. | ve men | : ve kim |
19. | yektum-hâ | : onu ketmeder, saklar, gizler |
20. | fe | : o zaman, o taktirde |
21. | innehû | : muhakkak ki o |
22. | âsimun | : günahkâr |
23. | kalbu-hu | : onun kalbi |
24. | ve allâhu | : ve Allah |
25. | bi mâ | : şeyleri |
26. | ta’melûne | : yapıyorsunuz |
27. | alîmun | : en iyi bilen |
٢٨٤
لِلّهِ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَاِنْ تُبْدُوا مَا فى اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(284) lillahi ma fis semavati ve ma fil ard ve in tübdu ma fi enfüsiküm ev tuhfuhü yühasibküm bihillah fe yağfiru limey yeşaü ve yüazzibü mey yeşa’ vallahü ala külli şey’in kadir
ne varsa hepsi Allah’ındır semada ve arzda siz içinizdekini açıklasanız da veya onu gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker dilediğini bağışlar ve dilediği kimseye azap eder Allah her şeye kadirdir
1. | lillâhi (li allâhi) | : Allah’ın, Allah’a ait |
2. | mâ fî es semâvâti | : göklerde bulunan şeyler |
3. | ve mâ fî el ardı | : ve yeryüzünde bulunan şeyler |
4. | ve in tubdû | : ve eğer siz açıklarsanız, açıklasanız |
5. | mâ fî enfusi-kum | : nefslerinizde, içinizde olan |
6. | ev | : veya |
7. | tuhfû-hu | : onu gizlersiniz |
8. | yuhâsib-kum | : sizi hesaba çeker |
9. | bi-hi | : onunla |
10. | allâhu | : Allah |
11. | fe | : o zaman, o taktirde, artık |
12. | yagfiru | : mağfiret eder, bağışlar, günahları |
13. | li-men | : kimseyi |
14. | yeşâu | : diler |
15. | ve yuazzibu | : ve azap eder |
16. | men | : kim, kimse |
17. | yeşâu | : diler |
18. | ve allâhu | : ve Allah |
19. | alâ kulli şey’in | : herşeye |
20. | kadîrun | : kaadir, kudret sahibi, gücü yeten |
٢٨٥
امَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّه وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ امَنَ بِاللّهِ وَمَلءِكَتِهوَكُتُبِه وَرُسُلِه لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِه وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصيرُ
(285) amener rasulü bi ma ünzile ileyhi mir rabbihi vel mü’minun küllün amene billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülih la nüferriku beyne ehadim mir rusülih ve kalu semi’na ve eta’na ğufraneke rabbena ve ileykel masiyr
resul iman etti kendisine Rabbinden indirilene mü’minlerde (iman etti) hepsi iman etti Allah’a o’nun meleklerine o’nun kitaplarına o’nun resulüne o’nun hiçbir resullerini ayırt etmeyiz dediler işittik ve itaat ettik ey Rabbimiz senden bağışlanmamızı dileriz dönüşümüzde ancak sanadır
1. | âmene | : îmân etti, inandı |
2. | er resûlu | : resûl |
3. | bi-mâ | : şeye |
4. | unzile | : indirildi |
5. | ileyhi | : ona |
6. | min | : den |
7. | Rabbi-hi | : onun Rabbi |
8. | ve el mu’minûne | : ve mü’minler |
9. | kullun | : hepsi |
10. | âmene | : îmân etti, inandı |
11. | bi allâhi | : Allah’a |
12. | ve melâiketi-hi | : ve onun meleklerine |
13. | ve kutubi-hi | : ve onun kitaplarına |
14. | ve rusuli-hi | : ve onun resûllerine |
15. | lâ nuferriku | : fark gözetmeyiz, ayırmayız |
16. | beyne | : arasında |
17. | ehadin | : biri |
18. | min rusuli-hi | : onun resûllerinden |
19. | ve kâlû | : ve dediler |
20. | semi’nâ | : biz işittik |
21. | ve ata’nâ | : ve biz itaat ettik |
22. | gufrâne-ke | : senin mağfiret etmen |
23. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
24. | ve ileyke | : ve sana |
25. | el masîru | : masîr, varış, ulaşma, seyr-i sülûk |
٢٨٦
لَا يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَااكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسينَا اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِه وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَناَ وَارْحَمْناَ اَنْتَ مَوْلينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرينَ
(286) la yükellifüllahü nefsen illa vüs’aha leha ma kesebet ve aleyha mektesebet rabbena la tüahizna in nesina ev ahta’na rabbena ve la tahmil aleyna isran kema hameltehu alellezine min kablina rabbena ve la tühammilna ma la takate lena bih va’fü anna vağfir lena verhamna ente mevlane fensurna alel kavmil kafirin
Allah teklif etmez hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir şeyi (herkesin) kazandığı kendi lehine vebalde aleyhinedir ey Rabbimiz bizi muaheze etme unuttuk veya hata ettikse ey Rabbimiz bize ağır yük yükleme bizden öncekilere yüklediğin gibi ey Rabbimizin bize yükleme bize gücümüzün takat getiremeyeceği şeyleri de bizi affet bizi bağışla bize merhamet et sen bizim mevlamızsın bize karşı yardım et kafirler güruhuna
1. | lâ yukellifu | : mükellef kılmaz, sorumlu tutmaz |
2. | allâhu | : Allah |
3. | nefsen | : nefs, kişi, kimse |
4. | illâ | : ancak, sadece, den başka |
5. | vus’a-hâ | : onun gücü, kapasitesi |
6. | lehâ | : onun |
7. | mâ kesebet | : kazandığı şeyler |
8. | ve aleyhâ | : ve (sorumluluğu) onun üzerinde |
9. | mektesebet (mâ iktesebet) | : kazandığı neğatif şeyler |
10. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
11. | lâ tuâhız-nâ | : bizi aheze etme, sorgulama |
12. | in nesînâ | : eğer, şâyet unuttuysak |
13. | ev | : veya |
14. | ahta’nâ | : hata yaptık |
15. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
16. | ve lâ tahmil | : ve yükleme |
17. | aleynâ | : bizim üzerimize, bize |
18. | ısran | : zorluk, güçlük |
19. | kemâ | : gibi |
20. | hamelte-hu | : onu yükledin |
21. | alâ ellezîne | : o kimselere, onlara |
22. | min kabli-nâ | : bizden önce |
23. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
24. | ve lâ tuhammil-nâ | : ve bize yükleme |
25. | mâ lâ tâkate lenâ | : bizim takat, güç yetiremeyeceğimiz şeyi |
26. | bi-hi | : ona |
27. | ve a’fu an-nâ | : ve (bizden günahlarımızı) affet |
28. | ve igfir | : ve mağfiret et, günahlarımızı sevaba |
29. | lenâ | : bizi, bize, bizim için |
30. | ve irham-nâ | : ve bize rahmet et, rahîm esması ile |
31. | ente | : sen |
32. | mevlâ-nâ | : bizim mevlâmızsın |
33. | fe | : artık |
34. | ensur-nâ | : bize yardım et |
35. | alâ el kavmi el kâfirîne | : kâfirler kavmine karşı |
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ
١
ا ل م
(1) elif lam mim
elif-lam–mim
٢
اَللّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ
(2) Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum
Allah’tan başka ilah yoktur (ilah) ancak o’dur. diri olan her şeyi ayakta tutandır.
1. | allâhu | : Allah |
2. | lâ ilâhe | : ilâh yoktur |
3. | (lâ )…..illâ | : …’den başka (yoktur) |
4. | huve | : o |
5. | el hayyu | : daima hayatta |
6. | el kayyûmu | : ezelî ve ebedî olan, herşeyi yöneten (idare eden) |
٣
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَابَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْريةَ وَالْاِنْجيلَ
(3) nezzele aleykel kitabe bil hakki müsaddikal lima beyne yedeyhi ve enzelet tevrate vel incil
sana indirdi hak olan bu kitabı kendinden önceki (kitapları) tasdik eden indirmişti tevrat ve incil’i
1. | nezzele | : parça parça, kısım kısım indirdi |
2. | aleyke | : sana |
3. | el kitâbe | : kitap |
4. | bi el hakkı | : hak ile |
5. | musaddikan | : tastik eden |
6. | li-mâ | : şeyi |
7. | beyne | : arasında |
8. | yedeyhi (beyne yedeyhi ) |
: onun elleri : (elleri arasında, ellerinde, önlerinde) |
9. | ve enzele | : ve indirdi |
10. | et tevrâte | : tevrat |
11. | ve el incîle | : ve incil |
٤
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَ اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا بِايَاتِ اللّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَديدٌ وَاللّهُ عَزيزٌ ذُوانْتِقَامٍ
(4) min kablü hüdel lin nasi ve enzelel fürkan innellezine keferu bi ayatillahi lehüm azabün şedid vallahü azizün züntikam
daha önce de insanları hidayete erdirmek için hak ve batılı ayıran (hükümler) indirdi inkar edenler yok mu? Allah’ın ayetlerini onlar için şiddetli azap (vardır) Allah güçlüdür intikam sahibidir
1. | min kablu | : önceden, daha önce |
2. | huden | : hidayete erdiren, hidayete vesile olan, hidayete erdirici olarak |
3. | li en nâsi | : insanlar için |
4. | ve enzele | : ve indirdi |
5. | el furkâne | : furkan, hakkı batıldan ayıran, furkan (kur’ân’ın diğer ismi) |
6. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar |
7. | keferû | : inkâr ettiler, örttüler |
8. | bi âyâti allâhi | : Allah’ın âyetlerini |
9. | lehum | : onlar için |
10. | azâbun şedîdun | : şiddetli azap |
11. | ve allâhu | : ve Allah |
12. | azîzun | : aziz, üstün |
13. | zû intikâmin | : intikam sahibi |
٥
اِنَّ اللّهَ لَا يَخْفى عَلَيْهِ شَىْءٌ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ
(5) innellahe la yahfa aleyhi şey’üm fil erdi ve la fis sema’
muhakkak ki Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz arz üzerinde ve semada
1. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
2. | lâ yahfâ | : gizli değildir |
3. | aleyhi | : o’na |
4. | şey’un | : bir şey, hiçbir şey |
5. | fî el ardı | : yeryüzünde |
6. | ve lâ fî es semâi | : ve semâda, gökte |
٦
هُوَ الَّذى يُصَوِّرُكُمْ فِىالْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لَااِلهَ اِلَّا هُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ
(6) hüvellezi yüsavviruküm fil erhami keyfe yeşa’ la ilahe illa hüvel azizül hakim
o ki suret verendir size rahimlerde dilediği gibi ondan başka hiçbir ilah yoktur galibi mutlak ve hikmet sahibidir
1. | huve ellezî | : o ki |
2. | yusavviru-kum | : sizi tasvir eder, şekil verir, şekillendirir |
3. | fî el erhâmi | : rahimlerde, rahimler içinde |
4. | keyfe yeşâu | : nasıl dilerse |
5. | lâ ilâhe (lâ)…. illâ |
: ilâh yoktur : … ‘den başka (yoktur) |
6. | huve | : o |
7. | el azîzu | : üstün, galip |
8. | el hakîmu | : hükmedici, hikmet sahibi |
٧
هُوَ الَّذى اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ ايَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَاَمَّا الَّذينَ فى قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَاْويلِه وَمَا يَعْلَمُ تَاْويلَهُ
اِلَّا اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ امَنَّا بِه كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّناَ وَمَا يَذَّكَّرُاِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ
(7) hüvellezi enzele aleykel kitabe minhü ayatüm muhkematün hünne ümmül kitabi ve üharu müteşabihat fe emmellezine fi kulubihim zeyğun fe yettebiune ma teşabehe minhüb tiğael fitneti veb tiğae te’vilih ve ma ya’lemü te’vilehu illellah ver rasihune fil ilmi yekulune amenna bihi küllüm min indi rabbina ve ma yezzekkeru illa ülül elbab
indiren o’dur sana bu kitabı ondan bir kısım ayetler muhkemdir bunlar kitabın temelidir (diğer ayetlerin) bazıları da müteşabihtir işte kalplerinde eğrilik bulunanlar kuran’ın müteşabih (ayetlerinin) peşine düşerler fitne aramak ve teviline gitmek (için) onun tevilini kimse bilmez Allah’tan başka ilimde kökleşmiş olanlar (ise) biz ona inandık derler bütün (ayetler) Rabbimiz katındadır ancak düşünür bunları, akıl sahipleri
1. | huve ellezî | : o ki |
2. | enzele | : indirdi |
3. | aleyke | : sana |
4. | el kitâbe | : kitap |
5. | min-hu | : ondan |
6. | âyâtun | : âyetler |
7. | muhkemâtun | : muhkem, hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan, kesin hükmedilmiş olan |
8. | hunne | : onlar |
9. | ummu el kitâbi | : bütün semavî kitapları ihtiva eden ana kitap |
10. | ve uharu | : ve diğerleri |
11. | muteşâbihâtun | : tevile tâbî, yoruma açık |
12. | fe emmâ ellezîne | : fakat onlar |
13. | fî kulûbi-him | : onların kalplerinde vardır |
14. | zeygun | : eğrilik, bâtıla meyil |
15. | fe | : bu sebeble |
16. | yettebiûne | : tâbî olurlar |
17. | mâ teşâbehe | : muteşâbih olanlara, yorum gerektirenlere |
18. | min-hu | : ondan |
19. | ibtigâe | : amaç edindi, istedi |
20. | el fitneti | : fitne |
21. | ve ibtigâe | : ve amaç edindi, istedi |
22. | te’vîli-hi | : onun tevilini, açıklamasını, yorumunu |
23. | ve mâ ya’lemu | : ve bilmez |
24. | te’vîle-hu | : onun tevilini, açıklamasını, yorumunu |
25. | illâ allâhu | : Allah’tan başka |
26. | ve er râsihûne | : rûsuh sahipleri |
27. | fî el ilmi | : ilimde |
28. | yekûlûne | : derler |
29. | âmennâ bihi | : biz ona inandık, ona îmân ettik |
30. | kullun | : hepsi |
31. | min indi Rabbi-nâ | : Rabbimiz’in katından |
32. | ve mâ yezzekkeru | : ve tezekkür edemezler anlamını çıkartamazlar |
33. | illâ ulû el elbâbi | : ancak, sadece lübblerin, sırların sahipleri |
٨
رَبَّنَا لَاتُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
(8) Rabbena la tüziğ kulubena ba’de iz hedeytena veheb lena mil ledünke rahmeh inneke entel vehhab
ey Rabbimiz kalplerimizi saptırma bize verdiğin hidayetten sonra ihsan eyle bize katında bir rahmet çünkü sen çok ihsan eden (bağışlayansın)
1. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
2. | lâ tuzig | : saptırma, kaydırma |
3. | kulûbe-nâ | : kalplerimizi |
4. | ba’de | : sonra |
5. | iz hedeyte-nâ | : bizi hidayete erdirdiğin zaman |
6. | veheb lenâ | : bize vehbi olarak ihsan et, bağışla |
7. | min ledun-ke | : senin katından |
8. | rahmeten | : rahmet |
9. | inne-ke | : muhakkak ki sen |
10. | ente | : sen |
11. | el vehhâbu | : ihsan eden, bağışlayan, hak kazanmadan veren, karşılıksız veren |
٩
رَبَّنَا اِنَّكَ جاَمِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فيهِ اِنَّ اللّهَ لَا يُخْلِفُ الْميعَادَ
(9) Rabbena inneke camiun nasi li yevmil la raybe fih innellahe la yuhlifül miad
ey Rabbimiz muhakkak sen insanları toplayacaksın geleceğinden şüphe olmayan bir günde şüphesiz Allah vaadinden dönmez
1. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
2. | inne-ke | : muhakkak ki sen |
3. | câmiu | : toplayan, toplayacak olan |
4. | en nâsi | : insanlar |
5. | li yevmin | : o günde |
6. | lâ raybe | : şek, şüphe yok |
7. | fîhî | : onun hakkında |
8. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
9. | lâ yuhlifu | : değiştirmez, dönmez |
10. | el mîâde | : vaad edilen, vaad edilen şey |
Sayfa:50
١٠
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِىَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّهِ شَيًْا وَاُولءِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ
(10) innellezine keferu len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minellahi şey’a ve ülaike hüm vekudün nar
şüphesiz o küfreden kimselere ne malları ne de evlatları onlara fayda vermeyecektir Allah’tan (gelecek olan) şeylere (karşı) işte onlar cehennemin tutuşturucu çırasıdır
1. | inne | : muhakkak ki |
2. | ellezîne keferû | : inkâr edenler, kâfirler |
3. | len tugniye | : asla fayda etmez |
4. | an-hum | : onlardan |
5. | emvâlu-hum | : onların malları |
6. | ve lâ | : ve değil, olmaz |
7. | evlâdu-hum | : ve onların evlâtları |
8. | min allâhi | : Allah’tan |
9. | şey’en | : bir şey |
10. | ve ûlâike | : ve işte onlar |
11. | hum | : onlar |
12. | vakûdu | : yakacak, yakıt |
13. | en nâri | : ateş |
١١
كَدَاْبِ الِ فِرْعَوْنَ وَالَّذينَ مِنْ قَبْلِهِمْ كَذَّ بُوا بِايَاتِناَ فَاَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَاللّهُ شَديدُ الْعِقَابِ
(11) kede’bi ali fir’avne vellezine min kablihim kezzebu bi ayatina fe ehazehümüllahü bi zünubihim vallahü şedidül ikab
tıpkı firavun hanedanı gibi ve onlardan öncekilerin (durumu gibi) bizim ayetlerimizi yalanlamışlardı Allah’ta onları yakalayıvermişti günahları sebebiyle Allah’ın azabı şiddetlidir
1. | ke de’bi | : gibi, benzer, durumu gibi |
2. | âli fir’avne | : firavun ailesi |
3. | ve ellezîne | : ve onlar, ve o kimseler |
4. | min kabli-him | : onlardan önce |
5. | kezzebû | : tekzip ettiler, yalanladılar |
6. | bi âyâti-nâ | : âyetlerimizi |
7. | fe ehaze-hum allâhu | : bunun üzerine Allah onları yakaladı |
8. | bi zunûbi-him | : günahları ile, günahları sebebiyle |
9. | ve allâhu | : ve Allah |
10. | şedîdu el ıkâbi | : ikâbın (azabın) şiddeti, ikâbı (azabı) şiddetli |
١٢
قُلْ لِلَّذينَ كَفَرُوا سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ اِلى جَهَنَّمَ وَبِءْسَ الْمِهَادُ
(12) kul lillezine keferu setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem ve bi’sel mihad
o küfredenlere de ki siz ilerde mağlup edilecek ve toplanarak cehenneme (konulacaksınız) ne kötü bir döşektir
1. | kul | : de, söyle |
2. | li ellezîne keferû | : kâfir olanlara |
3. | se tuglebûne | : yakında yenileceksiniz |
4. | ve tuhşerûne | : ve toplanacaksınız |
5. | ilâ cehenneme | : cehenneme (cehennemde) |
6. | ve bi’se el mihâdu | : ve ne kötü döşek |
١٣
قَدْ كَانَ لَكُمْ ايَةٌ فى فِءَتَيْنِ الْتَقَتاَ فِءَةٌ تُقَاتِلُ فى سَبيلِ اللّهِ وَاُخْرى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَاْىَ الْعَيْنِ وَاللّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه مَنْ يَشَاءُ اِنَّ فى ذلِكَ لَعِبْرَةً لِاُولِى الْاَبْصَارِ
(13) kad kane leküm ayetün fi fieteynil tekata fietün tükatilü fi sebilillahi ve uhra kafiratüy yeravnehüm misleyhim ra’yel ayn vallahü yüeyyidü bi nasrihi mey yeşa’ inne fi zalike le ibratel li ülil ebsar
muhakkak sizin için bir ayet (vardır) iki topluluğun karşılaşmasında bir fırka Allah’ın yolunda çarpışıyordu diğeri kâfirdi onları kendilerinden iki misli görüyorlardı göz baka baka Allah dilediğine yardımı ile teyit eder şüphesiz bunda ibret (vardır) basiret sahipleri
1. | kad kâne | : olmuştu |
2. | lekum | : sizin için |
3. | âyetun | : âyet, ibret |
4. | fî fieteyni | : iki topluluk hakkında, toplulukta |
5. | el tekatâ | : çarpıştı |
6. | fietun | : bir topluluk |
7. | tukâtilu | : savaşıyor |
8. | fî sebîli allâhi | : Allah’ın yolunda (Allah yolunda) |
9. | ve uhrâ | : ve diğeri |
10. | kâfiratun | : kâfir, inkârcı |
11. | yeravne-hum | : onları görüyor |
12. | misley-him | : onların (kendilerinin) iki misli |
13. | ra’ye el ayni | : gözleri ile görüyor |
14. | ve allâhu | : ve Allah |
15. | yûeyyidu | : destekler, kuvvetlendirir |
16. | bi nasri-hî | : kendi yardımı ile |
17. | men yeşâu | : dilediği kimse |
18. | inne | : muhakkak ki |
19. | fî zâlike | : bunda vardır |
20. | le ibreten | : elbette, mutlaka ibret |
21. | li ulî el ebsâri | : basiret sahipleri için |
١٤
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنينَ وَالْقَنَاطيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذلِكَ مَتَاعُ الْحَيوةِ الدُّنْياَ وَاللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَابِ
(14) züyyine lin nasi hubbüş şehevati minen nisai vel benine vel kanatiyril mükantarati minez zehebi vel fiddati vel haylil müsevvemeti vel en’ami vel hars zalike metaul hayatid dünya vallahü indehu husnül meab
insanlara süslü gösterildi şehvet arzusu kadınlara ve oğullara karşı istifleri yüklerle yığılmış altın ve gümüş seçilip nişanlanmış atlar davarlar ve ekinler bunlar geçici menfaatidir dünya hayatının Allah’ın yanındadır akıbet güzelliği
1. | zuyyine | : süslü gösterildi |
2. | li en nâsi | : insanlara |
3. | hubbu | : sevgi, muhabbet |
4. | eş şehevâti | : şehvetler, nefsin aşırı düşkünlükleri |
5. | min en nisâi | : kadınlardan, kadınlara |
6. | ve el benîne | : ve oğullara |
7. | ve el kanâtîri | : ve kantarlarca, kantar kantar |
8. | el mukantarati | : biriktirilmiş |
9. | min ez zehebi | : altından, altın |
10. | ve el fıddati | : ve gümüş |
11. | ve el hayli | : ve atlar |
12. | el musevvemeti | : salma atlar |
13. | ve el en’âmi | : ve hayvanlar, davarlar |
14. | ve el harsi | : ve ekinler |
15. | zâlike | : bunlar |
16. | metâu | : meta, fayda, menfaat |
17. | el hayâti | : hayat |
18. | ed dunyâ | : dünya |
19. | ve allâhu | : ve Allah |
20. | inde-hu | : o’nun yanında (o’nun katında) |
21. | husnu | : güzel, en güzel |
22. | el meâbi | : sığınılacak yer, sığınak |
١٥
قُلْ اَؤُنَبِّءُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذلِكُمْ لِلَّذينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدينَ فيهَا وَاَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصيرٌ بِالْعِبَادِ
(15) kul e ünebbiüküm bi hayrim min zaliküm lillezinettekav inde rabbihim cennatün tecri min tahtihel enharu halidine fiha ve ezvacüm mütahheratüv ve ridvanüm minellah vallahü basiyrum bil ibad
de ki size haber vereyim mi? bundan daha hayırlısını muttakiler için Rableri katında altlarından nehirler akan cennetler (vardır) orada ebedi olarak kalacaklardır (orada) temiz pak zevcelerle Allah’tan bir rıza vardır Allah kullarını hakkı ile görücüdür
1. | kul | : de, söyle |
2. | e unebbiu-kum | : size haber vereyim mi |
3. | bi hayrın | : hayırlısı |
4. | min zâlikum | : bundan |
5. | li ellezîne | : için, o kimseler (onlar için) |
6. | ittekav | : takva sahibi oldu |
7. | inde Rabbi-him | : Rab’lerinin katında |
8. | cennâtun | : cennetler |
9. | tecrî | : akar |
10. | min tahtı-hâ | : onun altından |
11. | el enhâru | : nehirler |
12. | hâlidîne fî-hâ | : orada, içinde devamlı kalacak olanlar |
13. | ve ezvâcun | : ve eşler |
14. | mutahharatun | : temiz, tertemiz |
15. | ve rıdvânun | : ve rıza, razı olma |
16. | min allâhi | : Allah’tan |
17. | ve allâhu | : ve Allah |
18. | basîrun | : en iyi gören |
19. | bi el ıbâdi | : kullarını |
Sayfa:51
١٦
اَلَّذينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اِنَّنَا امَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
(16) ellezine yekulune rabbena innena amenna fağfir lena zünubena vekina azaben nar
o kimseler ki derler ey Rabbimiz biz gerçekten inandık bizim günahlarımızı bağışla bizi cehennem azabından koru
1. | ellezîne | : onlar |
2. | yekûlûne | : derler |
3. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
4. | inne-nâ | : muhakkak ki biz |
5. | âmennâ | : biz âmenû olduk |
6. | fagfir lenâ | : artık bizi mağfiret et |
7. | zunûbe-nâ | : günahlarımızı |
8. | vekı-nâ | : bizi koru |
9. | azâbe en nâri | : ateşin azabı |
١٧
اَلصَّابِرينَ وَالصَّادِقينَ وَالْقَانِتينَ وَالْمُنْفِقينَ وَالْمُسْتَغْفِرينَ بِالْاَسْحَارِ
(17) essabirine ves sadikiyne vel kanitine vel münfikiyne vel müstağfirine bil eshar
sabredenleri sadakat gösterenleri boyun eğip itaat edenleri infak edenleri ve seher zamanı istiğfar edenlerin hepsini
1. | es sâbirîne | : sabredenler |
2. | ve es sâdıkîne | : ve sadıklar (Allah ile olan ahdlerine sadık olanlar) |
3. | ve el kânitîne | : ve kânitin olanlar (Allah’ın huzurunda saygı ile duranlar) |
4. | ve el munfikîne | : ve infak edenler, Allah için verenler |
5. | ve el mustagfirîne | : ve mağfiret dileyenler (günahlarının sevaba çevrilmesini dileyenler) |
6. | bi el eshâri | : seher vakitlerinde |
١٨
شَهِدَ اللّهُ اَنَّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ وَالْمَلءِكَةُ وَاُولُوا لْعِلْمِ قَاءِمًا بِالْقِسْطِ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ
(18) şehidellahü ennehu la ilahe illa hüve vel melaiketü ve ülül ilmi kaimem bil kist la ilahe illa hüvel azizül hakim
Allah şahittir kendinden başka ilah olmadığına melekler de ilim sahibi olanlar da hak ve adalet üzerinde duranlarda (şahittirler) ondan başka ilah yoktur güçlü ve hikmet sahibidir
1. | şehide allâhu | : Allah şahitlik etti, şehâdet etti |
2. | enne-hû | : muhakkak ki o |
3. | lâ ilâhe | : ilâh yoktur |
4. | illâ huve | : o’ndan başka |
5. | ve el melâiketu | : ve melekler |
6. | ve ulû el ilmi | : ve ilim sahipleri, kendilerine Allah tarafından ilim verilenler |
7. | kâimen bi el kıstı | : adalet ile yerine getirdi |
8. | lâ ilâhe | : ilâh yoktur |
9. | illâ huve | : o’ndan başka |
10. | el azîzu | : aziz |
11. | el hakîmu | : hakim, hüküm sahibi |
١٩
اِنَّ الدّينَ عِنْدَ اللّهِ الْاِسْلَامُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِايَاتِ اللّهِ فَاِنَّ اللّهَ سَريعُ الْحِسَابِ
(19) inneddine indellahil islam ve mahtelefel lezine utül kitabe illa mim ba’di ma cae hümül ilmü bağyem beynehüm ve mey yekfür bi ayatillahi fe innellahe seriul hisab
hiç şüphe yok ki Allah katında din islamdır ihtilafa düşmedirler kendilerine kitap verilenler ancak geldikten sonra kendilerine ilim araların da ihtirastan dolayı (ihtilafa düştüler) her kim küfrederse Allah’ın ayetlerine muhakkak ki Allah çabuk hesap görendir
1. | inne ed dîne | : muhakkak ki dîn |
2. | inde âllâhi | : Allah’ın indinde, katında |
3. | el islâmu | : islâm |
4. | ve ma ihtelefe | : ve ihtilâfa düştükleri şey |
5. | ellezîne | : onlar |
6. | ûtû el kitâbe | : kitap verilenler |
7. | illâ min ba’di | : ancak, …dan, sonra |
8. | mâ câe-hum | : onlara gelen şey |
9. | el ılmu | : ilim, bilgi |
10. | bagyen | : hased, fesad |
11. | beyne-hum | : kendi aralarında |
12. | ve men | : ve kimse, kim |
13. | yekfur | : örter, inkâr eder, küfre düşer |
14. | bi âyâti allâhi | : Allah’ın âyetlerini |
15. | fe inne allâhe | : o zaman, muhakkak ki Allah |
16. | serîu el hısâbı | : hesabı seri (çabuk) gören |
٢٠
فَاِنْ حَاجُّوكَ فَقُلْ اَسْلَمْتُ وَجْهِىَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُلْ لِلَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ وَالْاُمِّيّنَ ءَاَسْلَمْتُمْ فَاِنْ اَسْلَمُوا فَقَدِ اهْتَدَوْا وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَاللّهُ بَصيرٌ بِالْعِبَادِ
(20) fe in haccuke fe kul eslemtü vechiye lillahi ve menittebean ve kul lillezine utül kitabe vel ümmiyyine e eslemtüm fe in eslemu fe kadihtedev ve in tevellev fe innema aleykel belağ vallahü besiyrum bil ibad
eğer seninle mücadele ederlerse de ki teslim ettim vechimi Allah’a ben ve bana tâbi olanlarla beraber kendilerine kitap verilenlerle kitap bilgisi olmayanlara “siz islamı kabul ettiniz mi” eğer islam’ı kabul ederlerse hidayete ermişlerdir eğer yüz çevirirlerse ancak sana düşen açık tebliğdir Allah kullarını hakkı ile görendir
1. | fe in hâccû-ke | : bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa |
2. | fe kul | : o zaman de, söyle |
3. | eslemtu | : ben teslim ettim |
4. | vechiye | : vechimi, fizik vücudumu |
5. | li allâhi | : Allah’a |
6. | ve men ittebea-ni | : ve, bana tâbî olan kimseler |
7. | ve kul | : ve de, söyle |
8. | li ellezîne | : onlara, o kimselere |
9. | ûtû el kitâbe | : kitap verilenler |
10. | ve el ummiyyîne | : ve ümmiler, kitap verilmeyenler |
11. | e eslemtum | : siz teslim oldunuz mu |
12. | fe in eslemû | : o zaman eğer teslim etilerse |
13. | fe kad ihtedev | : o taktirde hidayete ermişler |
14. | ve in tevellev | : ve eğer yüz çevirirlerse |
15. | fe | : o zaman |
16. | innemâ | : sadece |
17. | aleyke | : sana düşen |
18. | el belâgu | : tebliğ, bildirme |
19. | ve allâhu | : ve Allah |
20. | basîrun | : en iyi gören |
21. | bi el ibâdi | : kullarını |
٢١
اِنَّ الَّذينَ يَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّنَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الَّذينَ يَاْمُرُونَ بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَليمٍ
(21) innellezine yekfürune bi ayatillahi ve yaktülunen nebiyyine bi ğayri hakkiv ve yaktülunellezine ye’mürune bil kisti minen nasi fe beşşirhüm bi azabin elim
gerçekten o kimseler öldürürler Allah’ın ayetlerini inkar ederler haksızlıkla nebilerihükmedenleri öldürürler insanlar içinde insaf ve adalete işte onları müjdele elim bir azap ile
1. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar |
2. | yekfurûne | : inkâr ediyorlar |
3. | bi âyâti allâhi | : Allah’ın âyetlerini |
4. | ve yaktulûne | : öldürüyorlar |
5. | en nebiyyîne | : ve peygamberlerini |
6. | bi gayri hakkın | : haksız yere |
7. | ve yaktulûne | : ve öldürüyorlar |
8. | ellezîne | : onlar |
9. | ye’murûne | : emrediyorlar |
10. | bi el kıstı | : adalet ile |
11. | min en nâsi | : insanlardan |
12. | fe beşşir-hum | : artık onları müjdele |
13. | bi azâbin elîmin | : elim azap ile |
٢٢
اُولءِكَ الَّذينَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرينَ
(22) ülaikellezine habitat a’malühüm fid dünya vel ahirah ve ma lehüm min nasirin
İşte onların amellerini hep boşa gitmiştir dünya da ve âhirette onların hiç yardımcıları yoktur
1. | ulâike | : işte onlar |
2. | ellezîne | : onlar |
3. | habitat | : heba oldu, boşa gitti |
4. | a’mâlu-hum | : onların amelleri |
5. | fî ed dunyâ | : dünyada |
6. | ve el âhirati | : ve ahiret |
7. | ve mâ lehum | : ve onlar için yoktur |
8. | min nâsırîne | : (yardımcılardan) bir yardımcı |
Sayfa:52
٢٣
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذينَ اُوتُوا نَصيبًا مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلى كِتَابِ اللّهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّى فَريقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ
(23) e lem tera ilellezine utu nasiybem minel kitabi yüd’avne ila kitabillahi li yahküme beynehüm sümme yetevella ferikum minhüm ve hüm mu’ridun
görmez misin kendilerine kitaptan nasip verilenleri davet olunuyorlar Allah’ın kitabına aralarında hakem olması için sonra yüz çeviriyor onlardan bir fırka ve onlar dönektiler
1. | e lem tera | : görmedin mi |
2. | ilâ ellezîne | : onlar |
3. | ûtû nasîben | : nasip verildi |
4. | min el kitâbi | : kitaptan |
5. | yud’avne | : davet edilirler, çağrılırlar |
6. | ilâ kitâbi allâhi | : Allah’ın kitabına |
7. | li yahkume | : hüküm vermek için, hükmetmek için |
8. | beyne-hum | : kendi aralarında |
9. | summe | : sonra |
10. | yetevellâ | : yüz çevirirler, dönerler |
11. | ferîkun | : bir fırka, bir grup, topluluk |
12. | min-hum | : onlardan |
13. | ve hum | : ve onlar |
14. | mu’ridûne | : yüz çevirenler, dönenler |
٢٤
ذلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ وَغَرَّهُمْ فى دينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
(24) zalike bi ennehüm kalu len temessenen naru illa eyyamem ma’dudat ve ğarrahüm fi dinihim ma kanu yefterun
bunun sebebi dediler ki bize asla ateş dokunmaz ancak sayılı günler adedince onlar dinlerinde aldandı uydura geldikleri (yalanlarından) dolayı
1. | zâlike | : bu |
2. | bi enne-hum | : sebebiyle |
3. | kâlû | : dediler |
4. | len | : asla |
5. | temesse-nâ | : bize dokunmaz |
6. | en nâru | : ateş |
7. | illâ | : …’den başka |
8. | eyyâmen ma’dûdâtin | : sayılı günler |
9. | ve garra-hum | : ve onları, kendilerini aldattı |
10. | fî dîni-him | : dînleri hakkında |
11. | mâ kânû yefterûne | : iftira etmiş oldukları şeyler |
٢٥
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
(25) fe keyfe iza cema’nahüm li yevmil la raybe fihi ve vüffiyet küllü nefsim ma kesebet ve hüm la yüzlemun
nasıl olacak (halleri) onları topladığımız zaman geleceğinden şüphe olmayan kıyamet günü tamamı ödenecek bütün nefislere kazandıklarının onlara zulüm edilmeyecek
1. | fe | : o zaman, artık, o halde |
2. | keyfe | : nasıl, halleri nasıl olacak |
3. | izâ cema’nâ-hum | : onları topladığımız zaman |
4. | li yevmin | : o gün için |
5. | lâ raybe fî-hi | : onun hakkında şüphe yoktur, olmaz |
6. | ve vuffiyet | : ve ödenir, karşılığı verildi |
7. | kullu nefsin | : her nefs, herkes |
8. | mâ kesebet | : kazandığı şey |
9. | ve hum | : ve onlara |
10. | lâ yuzlemûne | : zulm olunmazlar, haksızlığa uğramazlar |
٢٦
قُلِ اللّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(26) kulil lahümme malikel mülki tü’til mülke men teşaü ve tenziul mülke mimmen teşa’ ve tüizzü men teşaü ve tüzillü men teşa’ bi yedikel hayr inneke ala külli şey’in kadir
de ki ey mülkün sahibi Allah’ım mülkü verirsin istediğin kimseye mülkü çekip alırsın dilediğin kimseden de dilediğini aziz edersin dilediğini zelil kılarsın hayır senin elindedir muhakkak sen her şeye kadirsin
1. | kul | : de, söyle |
2. | allâhumme | : Allah’ım |
3. | mâlike el mulki | : mülkün maliki, sahibi |
4. | tû’ti el mulke | : mülkü verirsin |
5. | men teşâu | : dilediğin kimseye |
6. | ve tenziu el mulke | : ve mülkü (geri) alırsın |
7. | mimmen (min men) teşâu | : dilediğin kimseden |
8. | ve tuizzu | : ve aziz kılarsın |
9. | men teşâu | : dilediğin kimseyi |
10. | ve tuzillu | : ve zelil edersin |
11. | men teşâu | : dilediğin kimseyi |
12. | bi yedike el hayru | : hayır senin elinde |
13. | inne-ke | : muhakkak ki sen |
14. | alâ kulli şey’in | : her şeye |
15. | kadîrun | : kaadir, kudret sahibi |
٢٧
تُولِجُ الَّيْلَ فِى النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِى الَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
(27) tulicül leyle fin nehari ve tulicün nehara fil leyl ve tuhricül hayye minel meyyiti ve tuhricül meyyite minel hayy ve terzüku men teşaü bi ğayri hisab
geceyi gündüze katarsın gündüzü de geceye katarsın ölüden diriyi çıkarırsın diriden de ölüyü çıkarırsın dilediğini de rızıklandırırsın hesapsız
1. | tûlicu el leyle | : geceyi sokarsın |
2. | fî en nehâri | : gündüzün içine |
3. | ve tûlicu en nehâra | : ve gündüzü sokarsın |
4. | fî el leyli | : gecenin içine |
5. | ve tuhricu el hayya | : ve canlıyı çıkarırsın |
6. | min el meyyiti | : ölüden |
7. | ve tuhricu el meyyite | : ve ölüyü çıkarırsın |
8. | min el hayyi | : canlıdan |
9. | ve terzuku | : ve rızıklandırırsın |
10. | men teşâu | : dilediğin kimseyi |
11. | bi gayri hısâbin | : hesapsız |
٢٨
لَايَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرينَ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّهِ فى شَىْءٍ اِلَّا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقيةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاِلَى اللّهِ الْمَصيرُ
(28) la yettehizil mü’minunel kafirine evliyae min dunil mü’minin ve mey yef’al zalike fe leyse minallahi fi şey’in illa en tetteku minhüm tükah ve yühazziru kümüllahü nefseh ve ilellahil masiyr
edinmesinler mü’minler kâfirleri dostlar mü’minleri bırakarak bunu her kim yaparsa (yaptığından dolayı) Allah’tan hiçbir şey yoktur ancak koruma yapması hariç onlardan sakındığından dolayı sakındırıyor Allah sizi kendi zatından dönüşünüz de Allah’adır
1. | lâ yettehiz | : edinmesin |
2. | el mu’minûne | : mü’minler |
3. | el kâfirîne | : kâfirleri |
4. | evliyâe | : dostlar |
5. | min dûni el mu’minîne | : mü’minlerden başkasını |
6. | ve men yef’al | : ve kim yaparsa |
7. | zâlike | : bunu |
8. | fe leyse | : o zaman değildir |
9. | min allâhi | : Allah’tan |
10. | fî şey’in | : bir şeyde |
11. | illâ en tettekû | : sakınmak için olması hariç |
12. | min-hum tukâten | : onlardan korunmak |
13. | ve yuhazziru-kumu allâhu | : ve Allah sizi sakındırır |
14. | nefse-hu | : onun kendisi |
15. | ve ilâ allâhi el masîru | : ve dönüş Allah’adır |
٢٩
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا فى صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّهُ وَيَعْلَمُ مَا فِى السَّموَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَاللّهُ عَلى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ
(29) kul in tuhfu ma fi suduriküm ev tübduhü ya’lemhüllah ve ya’lemü ma fis semavati ve ma fil ard vallahü ala külli şey’in kadir
de ki eğer göğüslerinizdekini gizleseniz veya açığa çıkarsanız Allah onu bilir ne varsa hepsini bilir semalarda ve arzın içinde Allah her şeye kadirdir
1. | kul | : de, söyle |
2. | in tuhfû | : eğer gizleseniz |
3. | mâ fî sudûri-kum | : sinelerinizde olan |
4. | ev tubdû-hu | : veya onu açıklarsınız |
5. | ya’lem-hu allâhu | : Allah onu bilir |
6. | ve ya’lemu | : ve bilir |
7. | mâ fî es semâvâti | : göklerde olan şeyleri |
8. | ve mâ fî el ardı | : ve yerde olan şeyleri |
9. | ve allâhu | : ve Allah |
10. | alâ kulli şey’in | : her şeye |
11. | kadîrun | : kaadir |
Sayfa:53
٣٠
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّهُ نَفْسَهُ وَاللّهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ
(30) yevme tecidü küllü nefsim ma amilet min hayrim muhdarav ve ma amilet min su’ teveddü lev enne beyneha ve beynehu emedem beiyda ve yühazzirukümüllahü nefseh vallahü raufüm bil ibad
o gün her nefis bulacak hayırdan ne yaptıysa (onu) hazır kötülükten ne yaptıysa (onuda) isteyecek ki onlarla kendi arasında uzak bir mesafe bulunmuş olsun Allah sizi sakındırır kendi zatından Allah kullarına şefkatlidir
1. | yevme tecidu | : o gün, bulur |
2. | kullu nefsin | : her nefs, herkes |
3. | mâ amilet | : ne yaptı ise, yaptığı şeyler, |
4. | min hayrin | : hayırdan |
5. | muhdaran | : hazırlanmış, hazır olarak |
6. | ve mâ amilet | : ve ne yaptı ise, yaptığı şeyler, |
7. | min sûin | : kötülükten |
8. | teveddu | : temenni eder, dua eder, ister |
9. | lev enne | : keşke … olsa, … olmasını |
10. | beyne-hâ | : onun (kendisi ile) arasında |
11. | ve beyne-hû | : ve onun (günahları ile) arasında |
12. | emeden baîden | : uzak bir mesafe |
13. | ve yuhazziru-kum(u) allâhu | : ve Allah sizi sakındırır |
14. | nefse-hu | : nefsinden, kendisinden |
15. | ve allâhu raûfun | : ve Allah raûf’tur, şefkatlidir, merhametlidir |
16. | bi el ibâdi | : kullarına |
٣١
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ
(31) kul in küntüm tühibbünellahe fettebiuni yuhbibkümüllahü ve yağfir leküm zünubeküm vallahü ğafurur rahiym
de ki eğer siz Allah’ı severseniz hemen bana tâbi olun ki Allah’ta sizi sevsin sizin günahlarınızı bağışlasın Allah bağışlayan, merhametlidir
1. | kul | : de, söyle |
2. | in kuntum | : eğer, siz … iseniz |
3. | tuhibbûne allâhe | : Allah’ı seviyorsunuz |
4. | fe ittebiû-nî | : o taktirde bana tâbî olun |
5. | yuhbib-kum(u) allâhu | : Allah sizi sever |
6. | ve yagfir lekum | : ve size mağfiret eder |
7. | zunûbe-kum | : sizin günahlarınız |
8. | ve allâhu gafûrun | : ve Allah mağfiret eden, günahları sevaba çeviren |
9. | rahîmun | : rahim esması ile tecelli eden rahmet nuru gönderen |
٣٢
قُلْ اَطيعُوا اللّهَ وَالرَّسُولَ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرينَ
(32) kul etiy’u llahe ver rasul fe in tevellev fe innellahe le yühibbül kafirin
de ki itaat edin Allah’a ve resulüne eğer yüz çevirirseniz muhakkak Allah kâfirleri sevmez
1. | kul | : de, söyle |
2. | etîû allâhe | : Allah’a itaat edin |
3. | ve er resûle | : ve resûle, elçiye |
4. | fe in tevellev | : bundan sonra , eğer, dönerlerse |
5. | fe inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
6. | lâ yuhibbu el kâfirîne | : kâfirleri sevmez |
٣٣
اِنَّ اللّهَ اصْطَفى ادَمَ وَنُوحًا وَالَ اِبْرهيمَ وَالَ عِمْرنَ عَلَى الْعَالَمينَ
(33) innellahestafa ademe ve nuhav ve ale ibrahime ve ale imrane alel alemin
gerçekten Allah seçkin kıldı adem’i nuh’u al-i ibrahim’i ve al-i imran’ı bu alemler üzerinde
1. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
2. | istafâ | : seçti |
3. | âdeme ve nûhan | : hazreti âdem ve hazreti nuh |
4. | ve âle ibrâhîme | : ve hz. ibrâhîm’in ailesini |
5. | ve âle imrâne | : ve imrân ailesini |
6. | alâ el âlemîne | : âlemlerin üstüne |
٣٤
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ
(34) zürriyyetem ba’duha mim ba’d vallahü semiun alim
(peygamberlerin) zürriyetleri bazısı bazısından (devam eder) Allah işitir bilir
1. | zurriyyeten | : zurriyyet olarak, nesil olarak |
2. | ba’du-hâ | : onun bazıları |
3. | min ba’din (ba’du-hâ min ba’din) |
: bazılarından : (birbirinden) |
4. | ve allâhu semîun | : ve Allah en iyi işiten |
5. | alîmun | : en iyi işiten bilen |
٣٥
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرنَ رَبِّ اِنّى نَذَرْتُ لَكَ مَا فى بَطْنى مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّى اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ الْعَليمُ
(35) iz kaletimraetü imrane rabbi inni nezertü leke ma fi batni muharranan fe tekabbel minni inneke entes semiul alim
o zaman imran’ın karısı dedi ey Rabbim ben sana nezir ettim karnımda bulunanı (sana) tahsis ettim bunu benden kabul et şüphesiz sen işiten, bilensin
1. | iz kâlet | : demişti |
2. | imraetu ımrâne | : imrân’ın kadını |
3. | Rabbi | : Rabbim |
4. | in-nî | : muhakkak ki ben |
5. | nezertu leke | : senin için adadım |
6. | mâ fî batnî | : karnımda olanı |
7. | muharraran | : hür olarak |
8. | fe tekabbel min-nî | : artık benden kabul et |
9. | inne-ke | : muhakkak ki sen |
10. | ente es semîu el alîmu | : sen en iyi işiten, en iyi bilensin |
٣٦
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّى وَضَعْتُهَا اُنْثى وَاللّهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثى وَاِنّى سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّى اُعيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجيمِ
(36) fe lemma vedaatha kalet rabbi inni veda’tüha ünsa vallahü a’lemü bi ma vedaat ve leysez zekeru kel ünsa ve inni semmeytüha meryeme ve inni üiyzüha bike ve zürriyyeteha mineş şeytanir racim
vaktaki onu doğurdu de ki ey Rabbim onu ben kız (olarak) doğurdum halbuki Allah daha iyi biliyordu ne doğurduğunu erkek kız gibi değildir şüphesiz onun ismini meryem koydu işte ben onu sana ısmarlıyorum ve onun zürriyetini de kovulmuş şeytanın şerrinden
1. | fe lemmâ | : fakat …. olunca |
2. | vadaat-hâ | : onu doğurdu |
3. | kâlet Rabbi | : Rabbim dedi |
4. | in-nî | : muhakkak ki ben, gerçekten ben |
5. | vada’tu-hâ unsâ | : ben onu kız doğurdum |
6. | ve allâhu a’lemu | : ve Allah bildi, biliyordu |
7. | bi mâ vadaat | : neyi doğurduğunu |
8. | ve leyse ez zekeru | : ve erkek …. değildir |
9. | ke el unsâ | : kız gibi |
10. | ve in-nî | : ve muhakkak ki ben |
11. | semmeytu-hâ | : onu isimlendirdim, adını koydum |
12. | meryeme | : meryem |
13. | ve in-nî | : ve muhakkak ki ben |
14. | uîzu-hâ bi-ke | : onu sana sığındırırım, emanet ederim |
15. | ve zurriyyete-hâ | : ve onun zurriyetini, neslini |
16. | min eş şeytâni er racîmi | : kovulmuş şeytandan |
٣٧
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقاً قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّى لَكِ هذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ اِنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
(37) fe tekabbeleha rabbüha bi kabulin haseniv ve embeteha nebaten hasenev ve keffeleha zekeriyya küllema dehale aleyha zekeriyyel mihrabe vecede indeha rizka kale ya meryemü enna leki haza kalet hüve min indillah innellahe yerzüku mey yeşaü bi ğayri hisab
bunun üzerine Rabbi onu kabul buyurdu güzel bir kabul ile onu güzel bir yetiştirme ile yetiştirdi onu himayesine verdi zekeriya’nın ne zaman girse zekeriya mihraba onun yanında rızık bulurdu dedi “ya meryem” bu sana nereden geliyor dedi o Allah tarafından (geliyor) şüphesiz Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır
1. | fe tekabbele-hâ | : böylece onu kabul etti (buyurdu) |
2. | Rabbu-hâ | : onun Rabbi |
3. | bi kabûlin hasenin | : güzel bir kabul ile |
4. | ve enbete-hâ | : ve onu yetiştirdi |
5. | nebâten hasenen | : güzel bir şekilde (yetiştirme ile) |
6. | ve keffele-hâ | : ve ona kefil kıldı, bakmakla mükellef kıldı |
7. | zekeriyyâ | : zekeriyya (a.s) |
8. | kullemâ dehale | : her girişinde |
9. | aleyhâ | : onun yanına |
10. | zekeriyyâ | : zekeriyya (a.s) |
11. | el mihrâbe | : mihRab, ibadet ettiği yer |
12. | vecede inde-hâ | : onun yanında buldu |
13. | rızkan | : rızık |
14. | kâle yâ meryemu | : ey meryem dedi |
15. | ennâ leki hâzâ | : bu sana nasıl, nereden |
16. | kâlet huve | : o … dedi |
17. | min indillâhi | : Allah’ın katından |
18. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
19. | yerzuku | : rızıklandırır |
20. | men yeşâu | : dilediği kimseyi |
21. | bi gayri hısâbın | : hesapsız |
Sayfa:54
٣٨
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لى مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً اِنَّكَ سَميعُ الدُّعَاءِ
(38) hünalike dea zekeriyya rabbeh kale rabbi heb li mil ledünke zürriyyeten tayyibeh inneke semiud düa’
orada dua etti zekkeriya Rabbine dedi ki Rabbim bana senin katından ihsan eyle tertemiz bir zürriyet şüphesiz sen duayı işitirsin
1. | hunâlike | : orada, işte orada |
2. | deâ zekeriyyâ | : zekeriyya (a.s) dua etti |
3. | Rabbe-hu | : Rabbine |
4. | kâle Rabbi | : Rabbim dedi |
5. | heb-lî | : bana bağışla |
6. | min ledun-ke | : senin katından |
7. | zurriyyeten | : zurriyyet, nesil |
8. | tayyibeten | : temiz, tertemiz |
9. | inne-ke | : muhakkak ki sen |
10. | semîu ed duâi | : duayı işitensin |
٣٩
فَنَادَتْهُ الْمَلءِكَةُ وَهُوَ قَاءِمٌ يُصَلّى فِى لْمِحْرَابِ اَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيى مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِحينَ
(39) fe nadethül melaiketü ve hüve kaimüy yüsalli fil mihrabi ennellahe yübeşşiruke bi yahya müsaddikam bi kelimetim minellahi ve seyyidev ve hasurav ve nebiyyem mines salihiyn
melekler ona nida ettiler o namaza durduğu (sırada) mihrapta Allah seni yahya ile müjdeliyor tasdik edecek Allah’tan gelen kelimeyi (o hem) bir seyit (hem) nefsine hakim salihlerden bir nebi (olacak)
1. | fe nâdet-hu el melâiketu | : bunun üzerine, melekler ona nida etti |
2. | ve huve | : ve o |
3. | kâimun yusallî | : ayakta namaz kılıyor |
4. | fî el mihrâbi | : mihrapta |
5. | enne allâhe | : Allah, … olduğunu |
6. | yubeşşiru-ke bi yahyâ | : seni yahya ile müjdeliyor |
7. | musaddikan | : tastik edici olan, tastik edici olarak |
8. | bi kelimetin min allâhi | : bir kelime ile, Allah’tan |
9. | ve seyyiden | : ve seyyid, peygamber soyundan gelen |
10. | ve hasûran | : ve son derece nefsine hakim |
11. | ve nebiyyen | : ve peygamber |
12. | min es sâlihîne | : salihlerden |
٤٠
قَالَ رَبِّ اَنّى يَكُونُ لى غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِىَ الْكِبَرُ وَامْرَاَتى عَاقِرٌ قَالَ كَذلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ
(40) kale Rabbi enna yekunü li ğulamüv ve kad beleğaniyel kiberu vemraeti akir kale kezalike llahü yef’alü ma yeşa’
dedi ey Rabbim benim nasıl bir oğlum olabilir? kendime ihtiyarlık ulaştı zevcem de kısırdır buyurdu durum böyledir Allah dilediğini yapar
1. | kâle Rabbi | : Rabbim dedi, |
2. | ennâ yekûnu lî | : benim nasıl olur, |
3. | gulâmun | : erkek çocuk, oğul |
4. | ve kad beleganiye | : ve bana erişmiştir |
5. | el kiberu | : ihtiyarlık |
6. | ve imraetî âkirun | : ve benim kadınım kısırdır. |
7. | kâle kezâlike | : işte böyle dedi |
8. | allâhu yef’alu mâ yeşâu | : Allah dilediğini yapar |
٤١
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ لى ايَةً قَالَ ايَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلثَةَ اَيَّامٍ اِلَّا رَمْزًا وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثيرًا وَسَبِّحْ بِالْعَشِىِّ وَالْاِبْكَارِ
(41) kale Rabbic’ al li ayeh kale ayetüke ella tükellimen nase selasete eyyamin illa ramza vezkür Rabbeke kesirav ve sebbih bil aşiyyi vel ibkar
dedi Rabbim bana bir alamet yap dedi sana bir alamet konuşmamandır ve bir işaretten başka insanlarla üç gün Rabbini çok zikir et akşam ve sabah tesbih eyle
1. | kâle | : dedi |
2. | Rabbi ic’al lî | : Rabbim benim için kıl,ver |
3. | âyeten | : bir delil, alâmet, işaret |
4. | kâle | : dedi |
5. | âyetu-ke | : senin delilin, alâmetin, işaretin |
6. | ellâ tukellime en nâse | : insanlarla konuşmaman |
7. | selâsete eyyâmin | : üç gün(ler) |
8. | illâ remzan | : rumuzdan (işaretten) başka |
9. | ve uzkur Rabbe-ke | : ve Rabbini zikret |
10. | kesîran | : çok |
11. | ve sebbih | : ve tesbih et |
12. | bi el aşiyyi ve el ibkâri | : akşam ve sabah |
٤٢
وَاِذْ قَالَتِ الْمَلءِكَةُ يَامَرْيَمُ اِنَّ اللّهَ اصْطَفيكِ وَطَهَّرَكِ وَاصْطَفيكِ عَلى نِسَاءِ الْعَالَمينَ
(42) ve iz kaletil melaiketü ya meryemü innellahes tafaki ve tahheraki vastafaki ala nisail alemin
o zaman melekler demişlerdi ya Meryem muhakkak Allah seni seçkin kıldı seni temizledi seni seçkin kıldı bütün alemlerin üzerine
1. | ve iz kâlet | : ve demişdi |
2. | el melâiketu | : melekler |
3. | yâ meryemu | : ey meryem |
4. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
5. | estafâ-ki | : seni seçti |
6. | ve tahhare-ki | : ve seni temizledi, tertemiz yarattı |
7. | ve estafâ-ki | : ve seni seçti |
8. | alâ nisâi el âlemîne | : âlemlerin kadınları üzerin |
٤٣
يَامَرْيَمُ اقْنُتى لِرَبِّكِ وَاسْجُدى وَارْكَعى مَعَ الرَّاكِعينَ
(43) ya meryemuk nüti li rabbiki vescüdi verkeiy mear rakiiyn
ey meryem Rabbine tam itaatle kulluk yap secdeye kapan ruku edenlerle ruku et
1. | yâ meryemu | : ey meryem |
2. | uknutî | : kânitîn ol (Rabb’inin huzurunda huşû ile dur) |
3. | li Rabbi-ki | : Rabbin için |
4. | ve uscudî | : ve secde et |
5. | ve irkai mea er râkiîne | : ve rükû edenlerle birlikte rükû et |
٤٤
ذلِكَ مِنْ اَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحيهِ اِلَيْكَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِ اِذْ يُلْقُونَ اَقْلَامَهُمْ اَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ يَخْتَصِمُونَ
(44) zalike min embail ğaybi nuhiyhi ileyk ve ma künte ledeyhim iz yülkune aklamehüm eyyühüm yekfülü meryeme ve ma künte ledeyhim iz yahtesimun
işte bu gayb haberlerindendir onu sana vahy ediyoruz sen onların yanında değildin onlar kalemleri attıkları zaman meryem’i hangisi himayesine alacak diye onların yanında değildin onlar çekiştikleri zamanda
1. | zâlike | : işte bu |
2. | min enbâi | : haberlerinden |
3. | el gaybi | : gayb |
4. | nûhî-hi ileyke | : onu sana vahyediyoruz |
5. | ve mâ kunte | : ve sen … değildin |
6. | ledey-him | : onların yanında |
7. | iz yulkûne | : attıkları zaman |
8. | eklâme-hum | : kalemleri |
9. | eyyu-hum | : onların hangisi |
10. | yekfulu meryeme | : meryem’e kefil olacak, bakımını üstlenecek |
11. | ve mâ kunte | : ve sen … değildin |
12. | ledey-him | : onların yanında |
13. | iz yahtesımûne | : onlar tartışıyorlar |
٤٥
اِذْ قَالَتِ الْمَلءِكَةُ يَا مَرْيَمُ اِنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اِسْمُهُ الْمَسيحُ عيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجيهًا فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبينَ
(45) iz kaletil melaiketü ya meryemü innellahe yübeşşiruki bi kelimetim minhü ismühül mesihu iysebnü meryeme vecihen fid dünya vel ahirati ve minel mükarrabin
o zaman melekler dediler ya Meryem muhakkak Allah seni bir kelime ile müjdeliyor ismi Meryem oğlu Mesih İsa’dır şanı yücedir dünya da ve âhirette (Allah’ın) en yakın kullarından olacaktır
1. | iz kâlet | : demiş(ler)di |
2. | melâiketu | : melekler |
3. | yâ meryemu | : ey meryem |
4. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
5. | yubeşşiru-ki | : seni müjdeliyor |
6. | bi kelimetin | : bir kelime ile |
7. | min-hu | : ondan, kendinden |
8. | ismu-hu | : onun ismi, adı |
9. | el mesîhu îsebnu meryeme | : mesih meryemoğlu isa |
10. | vecîhan | : şerefli, itibarlı |
11. | fî ed dunyâ ve el âhıreti | : dünyada ve ahirette |
12. | ve min el mukarrebîne | : ve (Allah’a) yakın olanlardan |
Sayfa:55
٤٦
وَيُكَلِّمُ النَّاسَ فِى الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَمِنَ الصَّالِحينَ
(46) ve yükellimün nase fil mehdi ve kehlev ve mines salihiyn
insanlara konuşacak beşikte (ve) yaşı kemale erdiğinde ve salihlerden (olacak)
1. | ve yukellimu en nâse | : ve insanlarla konuşacak |
2. | fî el mehdi | : beşikte |
3. | ve kehlen | : ve yetişkinlik çağı |
4. | ve min es sâlihîne | : ve salihlerden, salâha erenlerden |
٤٧
قَالَتْ رَبِّ اَنّى يَكُونُ لى وَلَدٌ وَلَمْ يَمْسَسْنى بَشَرٌ قَالَ كَذلِكِ اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ اِذَا قَضى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
(47) kalet rabbi enna yekunü li veledüv ve lem yemsesni beşer kale kezaliki llahü yahlüku ma yeşa’ iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun
dedi ey Rabbim benim nasıl bir çocuğum olur bana bir beşer dokumdan buyurdu durum böyledir Allah dilediğini yaratır o bir şeye hüküm verdiği zaman ona sadece “ol” der o da oluverir
1. | kâlet Rabbi | : Rabbim dedi |
2. | ennâ yekûnu | : nasıl olur |
3. | lî veledun | : benim çocuğum |
4. | ve lem yemses-nî | : ve bana dokunmadı |
5. | beşerun | : bir beşer, insan |
6. | kâle | : dedi |
7. | kezâliki | : işte böyle, bunun gibi |
8. | allâhu yahluku | : Allah yaratır |
9. | mâ yeşâu | : dilediği şey |
10. | izâ kadâ emren | : bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman |
11. | fe innemâ | : sadece |
12. | yekûlu lehu | : ona der |
13. | kun | : ol |
14. | fe yekûnu | : o hemen olur |
٤٨
وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْريةَ وَالْاِنْجيلَ
(48) ve yüallimühül kitabe vel hikmete vet tevrate vel incil
(Allah) ona öğretecek kitabı ve hikmeti tevrat ve incil’i (öğretecek)
1. | ve yuallimu-hu | : ve ona öğretecek |
2. | el kitâbe | : kitabı |
3. | ve el hikmete | : ve hikmeti |
4. | ve et tevrâte ve el incîle | : ve tevrat’ı ve incil’i |
٤٩
وَرَسُولًا اِلى بَنى اِسْرَاءلَ اَنّى قَدْ جِءْتُكُمْ بِايَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ اَنّى اَخْلُقُ لَكُمْ مِنَ الطّينِ كَهَيَْةِ الطَّيْرِ فَاَنْفُخُ فيهِ فَيَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنِ اللّهِ وَاُبْرِءُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ وَاُحْيِ الْمَوْتى بِاِذْنِ اللّهِ وَاُنَبِّءُكُمْ بِمَا تَاْكُلُونَ وَمَا تَدَّخِرُونَ فى بُيُوتِكُمْ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ
(49) ve rasulen illa beni israile enni kad ci’tüküm bi ayetim mir rabbiküm enni ahlüku leküm minet tiyni ke hey’etit tayri fe enfühu fihi fe yekunü tayram bi iznillah ve übriül ekmehe vel ebrasa ve uhyil mevta bi iznillah ve ünebbiüküm bi ma te’külune ve ma teddehirune fi büyutikum innefi zalike le ayetel leküm in küntüm mü’minin
resul olarak gönderecek israil oğullarına ben hakikaten size geldim Rabbinizden bir mucize ile şüphesiz ben size yaratırım (kuş) biçimine sokarak çamurdan kuş ona üfürürüm de Allah’ın izniyle o kuş olur (canlanır) iyi ederim anadan kör olanları derileri üzerinde yara hastalığı olanları ölüleri diriltirim Allah’ın izni ile size haber veririm yediğiniz şeylerle biriktirdiğiniz şeyleri evlerinizde (bulundurduğunuz şeyleri) şüphesiz bunlarda sizin için alametler vardır eğer siz mü’minlerseniz
1. | ve resûlen | : ve resûl, elçi olarak |
2. | ilâ benî isrâîle | : israiloğulları’na |
3. | en-nî | : muhakkak ki ben |
4. | kad ci’tu-kum bi | : size getirmiştim (getirdim) |
5. | âyetin | : ayet, mucize(ler) |
6. | min Rabbi-kum | : sizin Rabbinizden |
7. | en-nî ehluku | : ben gerçekten yaparım |
8. | lekum | : sizin için, size |
9. | min et tîni | : nemli topraktan |
10. | ke hey’eti | : heykeli gibi, taslağı, benzeri |
11. | et tayri | : kuş |
12. | fe enfuhu | : sonra üflerim |
13. | fî-hi | : onun içine |
14. | fe yekûnu | : o zaman o olur |
15. | tayran | : bir kuş |
16. | bi izni allâhi | : Allah’ın izni ile |
17. | ve ubriu | : ve iyileştiririm |
18. | ekmehe | : doğuştan kör olanı |
19. | ve el ebrasa | : ve abraş hastalığı (ciltte alaca hastalığı) |
20. | ve uhyî el mevtâ | : ve ölüyü diriltirim |
21. | bi izni allâhi | : Allah’ın izni ile |
22. | ve unebbiu-kum | : ve size haber veririm |
23. | bi mâ te’kulûne | : yediğiniz şeyleri |
24. | ve mâ teddehırûne | : ve biriktirdiğiniz şeyleri |
25. | fî buyûti-kum | : evlerinizde |
26. | inne | : muhakkak ki |
27. | fî zâlike | : bunlarda |
28. | le âyeten | : elbette ayetler, deliller |
29. | lekum | : sizin için |
30. | in kuntum | : eğer siz … iseniz |
31. | mu’minîne | : mü’minler, îmân edenler |
٥٠
وَمُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَىَّ مِنَ التَّوْريةِ وَلِاُحِلَّ لَكُمْ بَعْضَ الَّذى حُرِّمَ عَلَيْكُمْ وَجِءْتُكُمْ بِايَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاتَّقُوا اللّهَ وَاَطيعُونِ
(50) ve müsaddikal lima beyne yedeyye minet tevrati ve li ühille leküm ba’dallezi hurrime aleyküm ve ci’tüküm bi ayetim mir rabbiküm fettekullahe ve etiy’un
hem tasdik ederek önündeki tevrat’ı size helal kılmak için (daha önce) haram edilen bazı şeyleri size bir mucize getirdim Rabbinizden Allah’tan sakının ve bana itaat edin
1. | ve musaddikan | : ve tastik edici olan, tastik eden |
2. | li-mâ | : şeyi, şeyleri |
3. | beyne yedeyye | : ellerim arasında, önümde |
4. | min et tevrâti | : tevrat’tan |
5. | ve li uhılle lekum | : ve size helâl kılmak için |
6. | ba’da ellezî | : bazı şeyleri ki |
7. | hurrime | : haram kılındı |
8. | aleykum | : sizin üzerinize, size |
9. | ve ci’tu-kum bi | : ve geldim, getirdim |
10. | âyetin | : âyet, mucize, delil |
11. | min Rabbi-kum | : Rabbiniz’den |
12. | fe ittekû allâhe | : artık Allah’a karşı takva sahibi olun |
13. | ve etîû-ni | : ve bana itaat ediniz |
٥١
اِنَّ اللّهَ رَبّى وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُ هذَا صِرَاطٌ مُسْتَقيمٌ
(51) innellahe rabbi ve rabbüküm fa’büduh haza siratüm müstekiym
şüphesiz ki Allah benimde Rabbim sizinde Rabbinizdir o halde o’na kulluk edin işte bu sıratı müstakimdir
1. | inne allâhe | : muhakkak ki Allah |
2. | Rabbî | : benim Rabbim |
3. | ve Rabbu-kum | : ve sizin Rabbiniz |
4. | fa’budû-hu | : o halde o’na kul olun |
5. | hâzâ | : bu |
6. | sırâtun mustakîmun | : Allah’a ulaştıran yol |
٥٢
فَلَمَّا اَحَسَّ عيسى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَارى اِلَى اللّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللّهِ امَنَّا بِاللّهِ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
(52) fe lemma ehasse iysa minhümül küfra kale men ensari ilellah kalel havariyyune nahnü ensarullah amenna billah veşhed bi enna müslimun
vaktaki isa sezince onlardan küfrü bana kim yardımcı olacak dedi Allah için havariler dedi biz Allah’ın yardımcılarıyız Allah’a iman ettik şahit ol ki gerçekten müslümanlarız
1. | fe lemmâ | : fakat, … olunca |
2. | ehassa îsâ | : hz îsâ hissetti |
3. | min-hum | : onlardan |
4. | el kufre | : küfür, inkâr etme |
5. | kâle | : dedi |
6. | men ensârî | : benim yardıcılarım kimlerdir |
7. | ilâ allâhi | : Allah’a giden yolda |
8. | kâle el havâriyyûne | : havariler dedi |
9. | nahnu | : biz |
10. | ensâru allâhi | : Allah’ın yardımcıları |
11. | âmennâ bi allâhi | : biz Allah’a âmenû olduk, îmân ettik |
12. | ve eşhed | : ve şahit ol |
13. | bi ennâ | : bizim … olduğumuza |
14. | muslimûne | : teslim olanlar |
Sayfa:56
٥٣
رَبَّنَا امَنَّا بِمَا اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدينَ
(53) Rabbena amenna bi ma enzelte vetteba’ner rasüle fektübna meaş şahidin
ey Rabbimiz indirdiğine iman ettik ve resülüne tâbi olduk bizi şahitlerle beraber yaz
1. | Rabbe-nâ | : Rabbimiz |
2. | âmennâ | : biz îmân ettik |
3. | bi mâ | : şeye |
4. | enzelte | : sen indirdin |
5. | ve itteba’nâ | : ve biz tâbî olduk |
6. | resûle | : resûl, elçi |
7. | fe uktubnâ | : artık, bizi yaz |
8. | mea eş şâhidîne | : şahit olanlarla birlikte, beraber |
٥٤
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرينَ
(54) ve mekeru ve mekerallah vallahü hayrul makirin
mekir hazırladılar Allah’ta (onlara) karşı mekir hazırladı Allah ise mekir hazırlayanların en hayırlısıdır
1. | ve mekerû | : ve hile yaptılar, tuzak kurdular |
2. | ve mekere allâhu | : ve Allah’ın tuzağı |
3. | ve allâhu | : ve Allah |
4. | hayru | : en hayırlı |
5. | el mâkirîne | : hile yapanlar, tuzak kuranlar |
٥٥
اِذْ قَالَ اللّهُ يَا عيسى اِنّى مُتَوَفّيكَ وَرَافِعُكَ اِلَىَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذينَ كَفَرُوا وَجَاعِلُ الَّذينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذينَ كَفَرُوا اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ ثُمَّ اِلَىَّ مَرْجِعُكُمْ فَاَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فيمَا كُنْتُمْ فيهِ تَخْتَلِفُونَ
(55) iz kalellahü ya iysa inni müteveffike ve rafiuke ileyye ve mütahhiruke minellezine keferu ve cailüllezinettebeuke fevkal lezine keferu ila yevmil kiyameh sümme ileyye merciuküm fe ahkümü beyneküm fima küntüm fihi tahtelifun
o zaman Allah dedi ya isa muhakkak ben senin canını alacağım seni bana yükselteceğim seni temizleyeceğim küfredenlerden sana tâbi olanları üstün tutacağım kıyamet gününe (kadar) kâfirlerden sonra dönüşünüz banadır ihtilaf ettiğiniz şeyler hakkında sonra aranızda hükmü ben vereceğim
1. | iz kâle allâhu | : Allah (şöyle) buyurmuştu |
2. | yâ îsâ innî | : ey isa, muhakkak ki ben |
3. | muteveffî-ke | : seni vefat ettirecek olan |
4. | ve râfiu-ke | : ve seni yükseltecek olan |
5. | ileyye | : bana, kendime |
6. | ve mutahhiru-ke | : ve seni temizleyecek olan |
7. | min ellezîne | : o kimselerden, onlardan |
8. | keferû | : inkâr ettiler |
9. | ve câilu | : ve kılacak olan |
10. | ellezîne | : o kimseler, onlar |
11. | ittebeû-ke | : sana tâbî oldular |
12. | fevka | : üstün |
13. | ellezîne | : o kimseler |
14. | keferû | : inkâr ettiler |
15. | ilâ yevmil kıyâmeti | : kıyâmet gününe kadar |
16. | summe | : sonra |
17. | ileyye | : bana |
18. | merciu-kum | : sizin dönüşünüz |
19. | fe ahkumu | : o zaman, ben hüküm vereceğim |
20. | beyne-kum | : sizin aranızda |
21. | fî-mâ kuntum | : sizin … olduğunuz şeyde |
22. | fî-hi tahtelifûne | : hakkında ihtilâf ettiğiniz, ayrılığa düştüğünüz |
٥٦
فَاَمَّا الَّذينَ كَفَرُوا فَاُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَديدًا فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرينَ
(56) fe emmellezine keferu fe üazzibühüm azaben şediden fid dünya vel ahirah ve ma lehüm min nasiriyn
o küfredenlere gelince onlara azap edeceğim şiddetli bir azap (ile) dünya da ve âhirette onlara yoktur hiçbir yardımcı da
1. | fe emma | : artık, fakat öyle ise |
2. | ellezîne | : o kimseler, onlar |
3. | keferû | : inkâr ettiler |
4. | fe uazzibu-hum | : o taktirde onlara azap edeceğim |
5. | azâben şedîden | : şiddetli azap |
6. | fî ed dunyâ | : dünyada |
7. | ve el âhıreti | : ve ahirette |
8. | ve mâ lehum | : ve onlar için, onların yoktur |
9. | min nâsirîne | : (yardımcılardan) bir yardımcı |
٥٧
وَاَمَّا الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّيهِمْ اُجُورَهُمْ وَاللّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمينَ
(57) ve emmellezine amenu ve amilus salihati fe yüveffihim ücurahüm vallahü la yühibbüz zalimin
o iman edip gelince salih amel işleyenler onların ecirleri tamamen ödenir Allah zalimleri sevmez
1. | ve emmâ | : ve lakin, fakat |
2. | ellezîne | : o kimseler |
3. | âmenû | : âmenû olan (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyen) |
4. | ve amilû es sâlihâti | : ve nefsi tezkiye edici amel yaptılar |
5. | fe | : o taktirde, öyle ise |
6. | yuveffî-him | : onlara ödenir |
7. | ucûre-hum | : onların ecirleri, mükâfaatları |
8. | ve allâhu | : ve Allah |
9. | lâ yuhibbu | : sevmez |
10. | ez zâlimîne | : zâlimler, haksızlık edenler |
٥٨
ذلِكَ نَتْلُوهُ عَلَيْكَ مِنَ الْايَاتِ وَالذِّكْرِ الْحَكيمِ
(58) zalike netluhü aleyke minel ayati vez zikril hakim
işte bu ayetlerden sana okuyoruz ve hikmetli şeyleri zikir eder
1. | zâlike | : bu, işte bu |
2. | netlû-hu | : onu tilâvet ediyoruz, okuyoruz |
3. | aleyke | : sana, senin üzerine |
4. | minel âyâti | : …dan, âyetler, kanıtlar, deliller |
5. | vez zikri | : ve, öğüt, kur’ân, zikir |
6. | el hakîmi | : hikmetli |
٥٩
اِنَّ مَثَلَ عيسى عِنْدَ اللّهِ كَمَثَلِ ادَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
(59) inne mesele iysa indellahi ke meseli adem halekahu min türabin sümme kale lehu kün fe yekun
muhakkak ki İsa’nın misali Allah’ın indinde Adem’in (yaratılış) durumu gibidir Adem’i topraktan yarattı sonra ona “ol” dedi (o da) oluverdi
1. | inne | : muhakkak ki |
2. | mesele | : misal, örnek, durum |
3. | îsâ | : hz. isa |
4. | inde allâhi | : Allah’ın indinde, nezdinde, yanında |
5. | ke meseli | : misali, durumu gibi |
6. | âdeme | : hz. âdem |
7. | halaka-hu | : onu yarattı |
8. | min turâbin | : topraktan |
9. | summe | : sonra |
10. | kâle | : dedi, buyurdu |
11. | lehu kun | : ona “ol” dedi |
12. | fe yekûnu | : o zaman, böylece o olur |
٦٠
اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْمُمْتَرينَ
(60) elhakku mir rabbike fe la teküm minel mümterin
bu hak senin Rabbindendir şüphe edenlerden olma
1. | el hakku | : hak, gerçek |
2. | min Rabbi-ke | : senin Rabb’inden |
3. | fe lâ tekun | : öyleyse sen olma |
4. | min el mumterîne | : şüphe edenlerden |
٦١
فَمَنْ حَاجَّكَ فيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبينَ
(61) fe me hacceke fihi mim ba’di ma caeke minel ilmi fe kul tealev ned’u ebnaena ve ebnaeküm ve nisaena ve nisaeküm ve enfüsena ve enfüseküm sümme nebtehil fe nec’al la’netellahi alel kazibin
her kim seninle mücadele ederse sana gelen ilimden sonra (şöyle) deyiver gelin çağıralım oğullarımızı oğullarınızı kadınlarımızı kadınlarınızı kendilerimizi kendilerinizi sonra canı gönülden yalvaralım Allah’ın lanetinin olması (için) yalancılarının üzerine
1. | fe men | : o zaman, artık kim |
2. | hâcce-ke | : seninle tartıştı |
3. | fî-hi | : onun hakkında |
4. | min ba’di | : sonradan, sonra |
5. | mâ câe-ke | : sana gelen şey |
6. | min el ilmi | : ilimden |
7. | fe kul | : o zaman de, söyle |
8. | teâlev | : gelin |
9. | ned’u | : çağıralım, davet edelim |
10. | ebnâe-nâ | : bizim oğullarımız |
11. | ve ebnâe-kum | : ve sizin oğullarınız |
12. | ve nisâe-nâ | : ve bizim kadınlarımız |
13. | ve nisâe-kum | : ve sizin kadınlarınız |
14. | ve enfuse-nâ | : ve kendimiz, bizler |
15. | ve enfuse-kum | : ve sizler |
16. | summe | : sonra |
17. | nebtehil | : dua edelim |
18. | fe nec’al | : o zaman, böylece kılalım |
19. | la’nete allâhi | : Allah’ın lânetini |
20. | alâ el kâzibîne | : yalancıların üzerine |
Sayfa:57
٦٢
اِنَّ هذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّ وَمَا مِنْ اِلهٍ اِلَّا اللّهُ وَاِنَّ اللّهَ لَهُوَ الْعَزيزُ الْحَكيمُ
(62) inne haza lehüvel kasasul hakk ve ma min ilahin illellah ve innellahe le hüvel azizül hakim
şüphesiz bu, kıssa onlar için haktır Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur şüphesiz Allah o güçlü, hüküm sahibidir
1. | inne | : muhakkak ki |
2. | hâzâ | : bu |
3. | le huve | : gerçekten o |
4. | el kasasu el hakku | : hak kısas, gerçek olay |
5. | ve mâ min | : ve …’dan yoktur |
6. | ilâhin | : ilâh |
7. | illâ allâhu | : Allah’dan başka |
8. | ve inne allâhe | : ve muhakkak ki Allah |
9. | le huve | : gerçekten o |
10. | el azîzu | : üstün, aziz |
11. | el hakîmu | : hüküm ve hikmet sahibi |
٦٣
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّهَ عَليمٌ بِالْمُفْسِدينَ
(63) fe in tevellev fe innellahe alimüm bil müfsidin
eğer (yine) yüz çevirirseniz şüphesiz Allah fesatçıları bilendir
1. | fe in tevellev | : buna rağmen dönerlerse |
2. | fe inne allâhe | : o zaman muhakkak ki Allah |
3. | alîmun | : en iyi bilen |
4. | bi el mufsidîne | : fesad çıkaranları, bozguncuları |
٦٤
قُلْ يَااَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه شَيًْا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّهِ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
(64) kul ya ehlel kitabi tealev ila kelimetin sevaim beynena ve beyneküm ella na’büde ilellahe ve la nüşrike bihi şey’ev ve la yettehize ba’duna ba’dan erbabem min dunillah fe in tevellev fe kulüşhedu bi enna müslimun
de ki ey ehli kitap bizimle sizin aranızda müsavi olan kelimeye gelin Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim o’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım Allah’tan başka olarak birbirimizi Rabler edinmeyelim eğer bundan yüz çevirirlerse şahit olun biz müslümanlarız deyiverin
1. | kul | : de, söyle |
2. | yâ ehle el kitâbi | : ey kitap ehli (yahudiler ve hristiyanlar) |
3. | teâlev | : gelin |
4. | ilâ kelimetin | : bir kelimeye, bir söze |
5. | sevâin | : eşit, müsavi, aynı, bir |
6. | beyne-nâ | : bizim aramızda |
7. | ve beyne-kum | : ve sizin aranızda |
8. | ellâ na’bude | : kul olmayalım |
9. | illâ allâhe | : Allah’dan başka |
10. | ve lâ nuşrike | : ve şirk, ortak koşmayalım |
11. | bi-hî şey’en | : ona bir şeyi |
12. | ve lâ yettehize | : ve edinmeyelim |
13. | ba’du-nâ | : bir kısmımız |
14. | ba’den | : bazıları |
15. | erbâben | : Rab’ler |
16. | min dûni allâhi | : Allah’tan başka |
17. | fe in tevellev | : bundan sonra eğer, dönerse |
18. | fe kûlû | : o zaman deyiniz, söyleyiniz |
19. | uşhedû | : şahit olun |
20. | bi ennâ | : bizim … olduğumuza |
21. | muslimûne | : müslümanlar, teslim olanlar |
٦٥
يَااَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَاجُّونَ فى اِبْرهيمَ وَمَا اُنْزِلَتِ التَّوْريةُ وَالْاِنْجيلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه اَفَلَا تَعْقِلُونَ
(65) ya ehlel kitabi lime tühaccune fi ibrahime ve ma ünziletit tevratü vel incilü illa mim ba’dih e fela ta’kilun
ey ehli kitap niçin münakaşa ediyorsunuz ibrahim hakkında indirildi tevrat ve incil halbuki ondan sonra akıl erdiremiyor musunuz?
1. | yâ ehle el kitâbi | : ey ehli kitap (yahudiler, hristiyanlar) |
2. | lime | : niçin, nasıl |
3. | tuhâccûne | : tartışıyorsunuz |
4. | fî ibrâhîme | : ibrâhîm hakkında |
5. | ve mâ unzilet | : ve indirilmedi |
6. | et tevrâtu ve el incîlu | : tevrat ve incil |
7. | illâ | : …’den başka |
8. | min ba’di-hî | : ondan sonra (oldu, ondan önce olmadı ki…) |
9. | e fe lâ ta’kılûne | : hâlâ akıl etmiyor musunuz, |
٦٦
هَااَنْتُمْ هؤُلَاءِ حَاجَجْتُمْ فيمَا لَكُمْ بِه عِلْمٌ فَلِمَ تُحَاجُّونَ فيمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه عِلْمٌ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
(66) ha entüm haülai hacectüm fima leküm bihi ilmün fe lime tühaccune fima leyse leküm bihi ilm vallahü ya’lemü ve entüm la ta’lemun
işte sizler işte onlar münakaşa ettiniz bilginiz olan şey hakkında niçin münakaşa ediyorsunuz hiçbir ilminiz olmayan şeyde Allah bilir siz bilmezsiniz
1. | hâ entum | : işte siz |
2. | hâulâi | : bunlarsınız (busunuz) |
3. | hâcectum | : tartıştınız |
4. | fî mâ lekum bihî | : onun hakkında sizin ….. yoktur |
5. | ilmun | : ilim, bilgi |
6. | fe lime tuhâccûne | : artık siz niçin tartışıyorsunuz, |
7. | fî mâ leyse lekum | : onun hakkında sizin ….. yoktur |
8. | bihi | : için, sizin |
9. | ilmun | : ilim, bilgi |
10. | vallâhu ya’lemu | : ve Allah bilir |
11. | ve entum | : ve siz |
12. | lâ ta’lemûne | : bilmiyorsunuz, bilmezsiniz |
٦٧
مَاكَانَ اِبْرهيمُ يَهُودِيًّا وَلَانَصْرَانِيًّا وَلكِنْ كَانَ حَنيفًا مُسْلِمًا وَمَاكَانَ مِنَ الْمُشْرِكينَ
(67) ma kane ibrahimü yehuddiyyev ve la nasraniyyev ve lakin kane hanifem müslima ve ma kane minel müşrikin
ibrahim ne yahudi ne de hristiyandı lâkin dosdoğru bir müslümandı (o) müşriklerden de değildi
1. | mâ kâne | : olmadı |
2. | ibrâhîmu | : hz. ibrâhîm |
3. | yahûdiyyen | : yahudi |
4. | ve lâ nasrâniyyen | : ve hristiyan olmadı |
5. | ve lâkin kâne | : ve lâkin, fakat … oldu |
6. | hanîfen | : Allah’ın tek oluşuna, ölmeden önce ruhun o’na ulaşmasının ve Allah’a teslim olmanın farz olduğuna inanan |
7. | muslimen | : Allah’a teslim olan, müslüman |
8. | ve mâ kâne | : ve olmadı |
9. | min el muşrikîne | : müşriklerden, (Allah’a) eş, ortak koşanlardan |
٦٨
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرهيمَ لَلَّذينَ اتَّبَعُوهُ وَهذَا النَّبِىُّ وَالَّذينَ امَنُوا وَاللّهُ وَلِىُّ الْمُؤْمِنينَ
(68) inne evlen nasi bi ibrahime lellezinettebeuhü ve hazen nebiyyü vellezine amenu vallahü veliyyül mü’minin
gerçekten ibrahim’e insanların en yakını ona tâbi olan kimselerle şu nebiler ve (ona) iman edenlerdir Allah müminlerin velisidir
1. | inne evlâ en nâsi | : muhakkak ki insanların en yakın olanı |
2. | bi ibrâhîme | : hz. ibrâhîm’e |
3. | le ellezîne | : elbette onlar |
4. | ittebeû-hu | : ona tâbî oldular |
5. | ve hâza en nebiyyu | : ve bu peygamber |
6. | ve ellezîne | : ve onlar |
7. | âmenû | : âmenû oldular |
8. | ve allâhu | : ve Allah |
9. | veliyyu | : veli, dost |
10. | mu’minîne | : mü’minler |
٦٩
وَدَّتْ طَاءِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
(69) veddet taifetüm min ehlil kitabi lev yüdilluneküm ve ma yüdillune illa enfüsehüm ve ma yeş’urun
ehli kitapta bir taife istedi sizin sapıtmanızı ama onlar ancak kendilerini saptırırlar bunun farkında bile olmazlar
1. | veddet | : diledi |
2. | tâifetun | : taife, bir grup, topluluk |
3. | min ehli el kitâbi | : kitap ehlinden, kitap verilenlerden, yahudiler ve hristiyanlardan |
4. | lev | : şayet, ise, keşke olsa |
5. | yudillûne-kum | : sizi dalâlete düşürür |
6. | ve mâ yudıllûne | : ve düşüremezler |
7. | illâ enfuse-hum | : kendilerinden başkasını |
8. | ve mâ yeş’urûne | : ve farkında değiller |
٧٠
يَااَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِايَاتِ اللّهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
(70) ya ehlel kitabi lime tekfürune bi ayatillahi ve entüm teşhedun
ey ehli kitap niçin küfredersiniz Allah’ın ayetlerine sizler buna şahitler olurken
1. | yâ ehle el kitâbi | : ey kitap ehli, kitap sahipleri, kitab verilenler |
2. | lime tekfurûne | : niçin, inkâr ediyorsunuz |
3. | bi âyâti allâhi | : Allah’ın âyetlerini |
4. | ve entum | : ve siz |
5. | teşhedûne | : şahit oluyorsunuz, görüyorsunuz |
Sayfa:58
٧١
يَااَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
(71) ya ehlel kitabi lime telbisunel hakka bil batili ve tektümunel hakka ve entüm ta’lemun
ey ehli kitap siz niçin karıştırıyorsunuz hakkı batıla ve hakkı gizliyorsunuz ve sizler (bunu) biliyorsunuz
1. | ya ehle el kitâbi | : ey kitap ehli, kitap sahipleri |
2. | lime telbisûne | : niçin, karıştırıyorsunuz |
3. | el hakka bi el bâtılı | : hakkı (gerçeği), batıl (boş şeyler) ile |
4. | ve tektumûne | : ve gizliyorsunu |
5. | el hakka | : hakkı, gerçeği |
6. | ve entum | : ve siz |
7. | ta’lemûne | : biliyorsunuz |
٧٢
وَقَالَتْ طَاءِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ امِنُوا بِالَّذى اُنْزِلَ عَلَى الَّذينَ امَنُوا وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُوا اخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
(72) ve kalet taifetüm min ehlil kitabi aminu billezi ünzile alellezine amenu vechen nehari vekfüru ahirahu leallehüm yarciun
ehli kitaptan bir taifede şöyle dedi iman edin iman edenlere indirilene gündüzün başında günün sonunda da küfredenler umulur ki dönerler
1. | ve kâlet | : ve dedi |
2. | tâifetun | : tâife, bir grup, topluluk |
3. | min ehli el kitâbi | : kitap ehlinden, kitap verilenlerden |
4. | âminû | : îmân edin |
5. | bi ellezî | : ona ki, ona |
6. | unzile | : indirildi |
7. | alâ ellezîne | : onlar |
8. | âmenû | : îmân ettiler, âmenû oldular |
9. | veche en nehâri | : gündüz |
10. | ve ukfurû | : ve inkâr edin |
11. | âhira-hu | : onun sonunda, akşamleyin |
12. | lealle-hum | : umulur ki böylece onlar |
13. | yerciûne | : dönerler |
٧٣
وَلَاتُؤْمِنُوا اِلَّا لِمَنْ تَبِعَ دينَكُمْ قُلْ اِنَّ الْهُدى هُدَى اللّهِ اَنْ يُؤْتى اَحَدٌ مِثْلَ مَا اُوتيتُمْ اَوْ يُحَاجُّوكُمْ عِنْدَ رَبِّكُمْ قُلْ اِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَليمٌ
(73) ve la tü’minu illa li men tebia dineküm kul innel hüda hüdellahi ey yü’ta ehadüm misle ma utitüm ev yühaccuküm inde rabbiküm kul innel fadle bi yedillah yü’tihi mey yeşa’ vallahü vasiun alim
başkasına inanmayın sizin dininize tabi olanlardan de ki: muhakkak hidayet Allah’ın hidayetidir (başka) birine veriliyor size verilenin misli veya sizinle mücadele ederek Rabbinizin katında de ki fazilet Allah’ın kudret elindedir onu dilediğine verir Allah’ın rahmeti geniş bilendir
1. | ve lâ tu’minû | : inanmayın, îmân etmeyin |
2. | illâ li men | : o kimseden başka |
3. | tebia dîne-kum | : sizin dîninize tâbî oldu, uydu |
4. | kul | : de, söyle |
5. | inne el hudâ | : muhakkak ki hidayet (Allah’a ulaşmak) |
6. | hudâ allâhi | : Allah’ın hidayetidir (Allah’ın kendisine ulaştırmasıdır) |
7. | en yu’tâ | : verilmesi |
8. | ehadun | : bir kimse, bir başkası |
9. | misle | : benzer |
10. | mâ ûtîtum | : size verilen şey |
11. | ev yuhâccû-kum | : yoksa onlar sizinle çekişiyorlar mı |
12. | inde Rabbi-kum | : Rabbiniz’in huzurunda |
13. | kul | : de, söyle |
14. | inne el fadla | : muhakkak ki fazilet |
15. | bi yedi allâhi | : Allah’ın elinde |
16. | yu’tî-hi | : onu verir |
17. | men yeşâu | : dilediği kimseye, dilediğine |
18. | ve allâhu vâsiun | : ve Allah vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar) |
19. | alîmun | : en iyi bilendir |
٧٤
يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه مَنْ يَشَاءُ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظيمِ
(74) yahtessu bi rahmetihi mey yeşa’ vallahü zül fadlil aziym
rahmetini tahsis eder dilediği kimseye Allah büyük fazıl sahibidir
1. | yahtassu | : tahsis eder |
2. | bi rahmeti-hî | : rahmetini |
3. | men yeşâu | : dilediği kimse, dilediğine |
4. | ve allâhu | : ve Allah |
5. | zû el fadli | : fazl sahibi |
6. | el azîmi | : büyük |
٧٥
وَمِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ اِنْ تَاْمَنْهُ بِقِنْطَارٍ يُؤَدِّه اِلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ اِنْ تَاْمَنْهُ بِدينَارٍ لَايُؤَدِّه اِلَيْكَ اِلَّا مَادُمْتَعَلَيْهِ قَاءِمًا ذلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَيْسَ عَلَيْنَا فِى الْاُمِّيّنَ سَبيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
(75) ve min ehlil kitabi men inte’menhü bi kintariy yüeddihi ileyk ve minhüm men in te’menhü bi dinaril la yüeddihi ileyke illa ma dümte aleyhi kaima zalike bi ennehüm kalu leyse aleyna fil ümmiyyine sebil ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya’lemun
ehli kitaptan (öylesi var ki) kendisine yükle emanet bıraksan onu sana iade eder onlardan öylesi de var ki kendisine emniyet edip bir dinar versen onu sana iade etmez ancak onun tepesinde beklemedikçe bunun sebebi bize yoktur derler bir şey bilmeyenlere karşı (sorumluluk) yolu Allah’a karşı yalan söylerler onlar bunu bilerek (yaparlar)
1. | ve min | : ve …den, …dan |
2. | ehli el kitâbi | : kitap ehli, kitap sahipleri |
3. | men | : kimse, kimseler |
4. | in te’menhu | : eğer onu, ona emanet etsen |
5. | bi kıntârin | : kantarlarca, tartı ile, ölçü ile, kantar kantar |
6. | yueddihî | : onu iade eder, geri verir |
7. | ileyke | : sana |
8. | ve minhum | : ve onlardan |
9. | men | : kimse, kimseler |
10. | in te’menhu | : eğer onu, ona emanet etsen |
11. | bi dînârin | : bir dinar |
12. | lâ yueddihî | : iade etmez, geri vermez, onu |
13. | ileyke | : sana |
14. | illâ mâ dumte | : ancak, devamlı olmadıkça |
15. | aleyhi kâimen | : onun üzerine, dikilici, ayakta durucu |
16. | zâlike | : işte bu |
17. | bi ennehum | : hiç şüphesiz onların |
18. | kâlû | : dediler |
19. | leyse aleynâ | : değildir, bizim üzerimize, bize |
20. | fî el ummiyyîne | : okuma yazma bilmeyenler, ümmîler hakkında |
21. | sebîlun | : bir yol, sorumluluk |
22. | ve yekûlûne | : ve diyorlar |
23. | alâ allâhi | : Allah’ın üzerine |
24. | el kezibe | : yalan söyledi |
25. | ve hum | : ve onlar |
26. | ya’lemûne | : biliyorlar |
٧٦
بَلى مَنْ اَوْفى بِعَهْدِه وَاتَّقى فَاِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقينَ
(76) bela men evfa bi ahdihi vetteka fe innellahe yühibbül müttekiyn
hayır o kimse ahdi yerine getirir ve (Allah’tan) sakınırsa şüphesiz Allah muttakileri sever
1. | belâ | : hayır, öyle değil |
2. | men | : kim |
3. | evfâ | : vefa etti, ifa etti, yerine getirdi |
4. | bi ahdi-hî | : ahdini, yeminini |
5. | ve ittekâ | : ve takva sahibi oldu |
6. | fe inne allâhe | : o zaman, o taktirde muhakkak ki Allah |
7. | yuhibbu | : sever |
8. | el muttekîne | : takva sahipleri |
٧٧
اِنَّ الَّذينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَليلًا اُولءِكَ لَاخَلَاقَ لَهُمْ فِى الْاخِرَةِ وَلَايُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
(77) innellezine yeşterune bi ahdillahi ve eymanihim semenen kalilen ülaike la halak lehüm fil ahirati ve la yükellimühümüllahü ve la yenzuru ileyhim yevmel kiyameti ve la yüzekkihim ve lehüm azabün elim
muhakkak o kimseler Allah’ın ahdini satanlar ve kendi yeminlerini az bir menfaate işte hiçbir nasipleri yoktur onların ahirette Allah onlarla konuşmayacak ve onlara bakmayacak kıyamet günü ve onları temize çıkarmayacak onlar için elim bir azap (vardır)
1. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar |
2. | yeşterûne | : satarlar |
3. | bi ahdi allâhi | : Allah’ın ahdini |
4. | ve eymâni-him | : ve yeminlerini |
5. | semenen kalîlen | : az bir değer |
6. | ulâike | : işte onlar |
7. | lâ halaka | : nasip yoktur |
8. | lehum | : onlar için |
9. | fî el âhırati | : ahirette |
10. | ve lâ yukellimu-hum | : ve onlarla konuşmayacak, |
11. | allâhu | : Allah |
12. | ve lâ yenzuru | : ve nazar etmeyecek, bakmayacak |
13. | ileyhim | : onlara |
14. | yevme el kıyâmeti | : kıyâmet günü |
15. | ve lâ yuzekkî-him | : ve onları temize çıkarmayacak |
16. | ve lehum | : ve onlar için |
17. | azâbun elîmun | : elim azap, acı azap |
Sayfa:59
٧٨
وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَريقًا يَلْوُنَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
(78) ve inne minhüm le ferikan yelvune elsinetehüm bil kitabi li tahsebuhü minel kitabi ve ma hüve minel kitab ve yekulune hüve min indillahi ve ma hüve min indillah ve yekulune alellahil kezibe ve hüm ya’lemun
ehli kitaptan bir fırka vardır ki kitapta olanı dilleri (ile) eğer bükerler siz onu kitaptan sanasınız diye halbuki o kitaptan değildir diyorlar bu Allah’ın katındandır halbuki o Allah tarafından değildir Allah (namına) yalan söylüyorlar onlar bildikleri halde
1. | ve inne | : ve muhakkak ki |
2. | min-hum | : onlardan |
3. | le ferîkan | : bir grup mutlaka |
4. | yelvûne | : eğip bükerler |
5. | elsinete-hum | : dillerini |
6. | bi el kitâbi | : kitab’? |
7. | li tahsebû-hu | : sizin onu zannetmeniz için |
8. | min el kitâbi | : kitab’dan |
9. | ve mâ huve | : ve o değildir |
10. | min el kitâbi | : kitab’dan |
11. | ve yekûlûne | : ve derler |
12. | huve | : o |
13. | min indi allâhi | : Allah’ın katından |
14. | ve mâ huve | : ve o değildir |
15. | min indi allâhi | : Allah’ın katından |
16. | ve yekûlûne | : ve derler |
17. | alâ allâhi | : Allah’a karşı |
18. | el kezibe | : yalan |
19. | ve hum | : ve onlar |
20. | ya’lemûne | : biliyorlar, bilirler |
٧٩
مَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُوا عِبَادًا لى مِنْ دُونِ اللّهِ وَلكِنْ كُونُوا رَبَّانِيّنَ بِمَا كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَ
(79) ma kane li beşerin ey yü’tiyehüllahül kitabe vel hukme ven nübüvvete sümme yekule lin nasi kun ibadel li min dunillahi ve lakin kunu rabbaniyyine bi ma küntüm tüallimunel kitabe ve bima küntüm tedrusun
hiçbir beşere yakışmaz ki Allah ona kitap versin ve hüküm, ve peygamberlik, sonra insanlara desin Allah’ı bırakın bana kulluk edin lakin amil ülemadan olun kitabı öğretmeniz sebebi ile ilim tedrisatı yapmanız sebebi ile
1. | mâ kâne | : olmadı, olmaz, olamaz |
2. | li beşerin | : bir insan için |
3. | en yu’tiye-hu allâhu | : Allah ona vermesi |
4. | el kitâbe | : kitap |
5. | ve el hukme | : ve hikmet |
6. | ve en nubuvvete | : ve nebilik, peygamberlik |
7. | summe | : sonra |
8. | yekûle | : der |
9. | li en nâsi | : insanlara |
10. | kûnû | : olun |
11. | ıbâden | : kul |
12. | min dûni allâhi | : Allah’tan başka |
13. | ve lâkin | : ve lâkin, fakat |
14. | kûnû | : olun |
15. | Rabbâniyyîne | : kendini Rabb’e adamış |
16. | bi mâ | : sebebiyle, …’den dolay? |
17. | kuntum | : siz oldunuz |
18. | tuallimûne el kitâbe | : siz kitabı öğretiyorsunuz |
19. | ve bimâ | : ve sebebiyle, …’den dolayı |
20. | kuntum | : siz oldunuz |
21. | tedrusûne | : tedris ediyorsunuz, öğreniyorsunuz |
٨٠
وَلَايَاْمُرَكُمْ اَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلءِكَةَ وَالنَّبِيّنَ اَرْبَابًا اَيَاْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ اِذْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
(80) ve la ye’müraküm en tettehizül melaikete ve nebiyyine erbaba e ye’müruküm bil küfri ba’de iz entüm müslimun
size emretmez melekleri ve nebileri Rabler edinmenizi de size küfrü mü emredecek siz müslüman olduktan sonra
1. | ve lâ ye’mure-kum | : ve size emretmez |
2. | en tettehizû | : edinmenizi |
3. | el melâikete | : melekleri |
4. | ve en nebiyyîne | : ve peygamberleri |
5. | erbâben | : Rab’ler, tanrılar |
6. | e ye’muru-kum | : size emreder mi |
7. | bi el kufri | : küfrü, inkârı |
8. | ba’de | : sonra |
9. | iz entum | : siz … olduğunuz zaman |
10. | muslimûne | : müslümanlar, Allah’a teslim olanlar |
٨١
وَاِذْ اَخَذَ اللّهُ ميثَاقَ النَّبِيّنَ لَمَا اتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه وَلَتَنْصُرُنَّهُ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلى ذلِكُمْ اِصْرى قَالُوا اَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِدينَ
(81) ve iz ehazellahü misakan nebiyyine lema ateytüküm min kitabiv ve hikmetin sümme caeküm rasulüm müsaddikul lima meaküm le tü’minünne bihi ve le tensurunneh kale e akrartüm ve ehaztüm ala zaliküm isri kalu akrarna kale feşhedu ve ene meaküm mineş şahidin
o zaman Allah almıştı nebilerden misak size gerekli olanı verdim kitaptan ve hikmetten sonra bir resul gelince elinizdekini tasdik eden ona muhakkak iman edecek ona muhakkak yardımda bulunacaksınız buyurdu: (buna) ikrar verdiniz mi benim ahdimin sorumluluğunu aldınız mı biz (buna) ikrar verdik dediler buyurdu şahit olun ben (de) sizinle beraber şahitlerdenim
1. | ve iz ehaze allâhu | : ve Allah aldığı zaman |
2. | mîsâkan | : misak |
3. | nebiyyîne | : peygamberler |
4. | lemâ | : olduğu zaman |
5. | âteytu-kum | : size verdim |
6. | min kitâbin | : (kitaptan) kitabı |
7. | ve hikmetin | : ve hikmet |
8. | summe | : sonra |
9. | câe-kum | : size geldi |
10. | resûlun | : resûl |
11. | musaddikun | : tasdik eden |
12. | limâ | : o şeyi |
13. | mea-kum | : sizinle beraber |
14. | le tu’minunne bi-hî | : mutlaka ona îmân edeceksiniz |
15. | ve le tensurunne-hu | : ve mutlaka ona yardım edeceksiniz |
16. | kâle | : dedi, söyledi |
17. | e akrartum | : ikrar ettiniz mi, kabul ettiniz mi |
18. | ve ehaztum | : ve aldınız |
19. | alâ zâlikum | : bunu üzerinize |
20. | ısrî | : zor, ağır |
21. | kâlû | : dediler |
22. | akrarnâ | : ikrar ettik, kabul ettik, |
23. | kâle | : dedi |
24. | fe eşhedû | : o zaman, öyle ise, şahit olun |
25. | ve ene mea-kum | : ve ben, sizinle beraberim |
26. | min eş şâhidîne | : şahitlerden |
٨٢
فَمَنْ تَوَلّى بَعْدَ ذلِكَ فَاُولءِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
(82) fe men tevella ba’de zalike fe ülaike hümül fasikun
artık bundan sonra kim yüz çevirirse işte onlar fasıkların ta kendileridir
1. | fe | : artık |
2. | men | : kim |
3. | tevellâ | : yüz çevirir, döner |
4. | ba’de zâlike | : bundan sonra |
5. | fe ulâike | : işte onlar |
6. | hum el fâsikûne | : onlar fâsıklar, fıska düşenler |
٨٣
اَفَغَيْرَ دينِ اللّهِ يَبْغُونَ وَلَهُ اَسْلَمَ مَنْ فِى السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَاِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
(83) e fe ğayra dinillahi yebğune ve lehu esleme men fis semavati vel erdi tav’av ve kerhev ve ileyhi yürceun
Allah’ın dininde başkasını mı arıyorlar o’na teslim olmuştur semalarda ve arzda ne varsa hepsi ister istemez ona döndürüleceklerdir
1. | e fe gayre | : hâlâ başkasını mı |
2. | dîni allâhi | : Allah’ın dîni |
3. | yebgûne | : arıyorlar, istiyorlar |
4. | ve lehû | : ve ona |
5. | esleme | : teslim oldu |
6. | men | : kim varsa |
7. | fî es semâvâti | : semâlarda, göklerde |
8. | ve el ardı | : ve yeryüzünde |
9. | tav’an | : isteyerek |
10. | ve kerhen | : ve istemeyerek |
11. | ve ileyhi | : ve ona |
12. | yurceûne | : geri döndürülecekler |
Sayfa:60
٨٤
قُلْ امَنَّا بِاللّهِ وَمَا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَمَا اُنْزِلَ عَلى اِبْرهيمَ وَاِسْمعيلَ وَاِسْحقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَا اُوتِىَ مُوسى وَعيسى وَالنَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لَانُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
(84) kul amenna billahi ve ma ünzile aleyna ve ma ünzile ala ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya’kube vel esbati ve ma utiy musa ve iysa ven nebiyyune mir rabbihim la nüferriku beyne ehadim minhüm ve nahnü lehu müslimun
de ki biz iman ettik Allah’a ve bize indirilenlere indirilenlere de ibrahim’e, ismail’e, ishak’a, yakup’a ve torunlarına verilenlere de (iman ettik) musa’ya, isa’ya ve nebilerin Rablerinden arasını ayırt etmeyiz onlardan hiçbirinin biz o’na teslim olanlardanız
1. | kul | : de, söyle |
2. | âmennâ | : biz îmân ettik |
3. | bi allâhi | : Allah’a |
4. | ve mâ unzile | : ve indirilen şeye |
5. | aleynâ | : bize |
6. | ve mâ unzile | : ve indirilen şeye |
7. | alâ ibrâhîme | : ibrâhîm (a.s)’a |
8. | ve ismâîle | : ve ismâil (a.s)’a |
9. | ve ishâka | : ve ishâk (a.s)’a |
10. | ve ya’kûbe | : ve yâkub (a.s)’a |
11. | ve el esbâtı | : ve yâkupoğulları’na |
12. | ve mâ ûtiye | : ve verilen şeye |
13. | mûsâ | : hz. mûsâ |
14. | ve îsâ | : ve hz. îsâ |
15. | ve en nebiyyûne | : ve nebiler, peygamberler |
16. | min Rabbi-him | : Rab’lerinden |
17. | lâ nuferriku | : ayırdetmeyiz |
18. | beyne ehadin | : aralarından birini |
19. | min-hum | : onlardan |
20. | ve nahnu | : ve biz |
21. | lehu | : ona |
22. | muslimûne | : teslim olanlar |
٨٥
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِى الْاخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرينَ
(85) ve mey yebteği ğayral islami dinen fe ley yukbele minh ve hüve fil ahirati minel hasirin
her kim islam’dan başka din ararsa (o din) kendinden asla kabul etmeyecektir ahirette de o hüsrana düşenlerden (olacaktır)
1. | ve men | : ve kim |
2. | yebtegi | : arar, ister |
3. | gayre el islâmi | : islâm’dan başka |
4. | dînen | : bir dîn |
5. | fe len yukbele | : o taktirde asla kabul olunmaz |
6. | min-hu | : ondan |
7. | ve huve | : ve o |
8. | fî el âhireti | : ahirette |
9. | min el hâsirîne | : hüsranda olanlardan |
٨٦
كَيْفَ يَهْدِى اللّهُ قَوْمًا كَفَرُوا بَعْدَ ايمَانِهِمْ وَشَهِدُوا اَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللّهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الظَّالِمينَ
(86) keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de imanihim ve şehidu enner rasule hakkuv ve caehümül beyyinat vallahü la yehdil kavmez zalimin
Allah o kavmi nasıl hidayete erdirir küfre sapmışlardı (peygamberin gelişine) şahit olduktan ve iman ettikten sonra resul ona hak (ile) ve açık delillerle gelmişken Allah hidayete erdirmez zalim kavmi
1. | keyfe | : nasıl |
2. | yehdi allâhu | : Allah hidayet eder |
3. | kavmen | : kavim, topluluk |
4. | keferû | : inkâr ettiler, kâfir oldu |
5. | ba’de îmâni-him | : îmânlarından sonra |
6. | ve şehidû | : ve şahit oldular |
7. | enne er resûle | : resûlün … olduğuna |
8. | hakkun | : hak, gerçek |
9. | ve câe-hum | : ve onlara geldi |
10. | el beyyinâtu | : beyyineler, açık deliller kanıtlar, belgeler, ispat vasıtaları |
11. | ve allâhu | : ve Allah |
12. | lâ yehdi | : hidayete erdirmez |
13. | el kavme ez zâlimîne | : zalimler kavmi |
٨٧
اُولءِكَ جَزَاؤُهُمْ اَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّهِ وَالْمَلءِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعينَ
(87) ülaike cezaühüm enne aleyhim la’netellahi vel melaiketi ven nasi ecmeiyn
işte bunların cezaları Allah’ın lanetinin onların üzerine olmasıdır meleklerin ve bütün insanların
1. | ulâike | : işte onlar |
2. | cezâu-hum | : onların cezası |
3. | enne aleyhim | : onların üzerine olması |
4. | la’nete allâhi | : Allah’ın lâneti |
5. | ve el melâiketi | : ve melekler |
6. | ve en nâsi | : ve insanlar |
7. | ecmaîne | : topluca, hepsi, bütün |
٨٨
خَالِدينَ فيهَا لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَاهُمْ يُنْظَرُونَ
(88) halidine fiha la yühaffefü anhümül azabü ve la hüm yünzarun
onlar orada ebedi olarak kalacaklar hafifletilmeyecektir onlardan azap onlara mühlette verilmeyecektir
1. | hâlidîne fîhâ | : onun içinde ebedi kalacak olanlar |
2. | lâ yuhaffefu | : hafifletilmez |
3. | an-hum | : onlardan |
4. | el azâbu | : azap |
5. | ve lâ hum yunzarûne | : ve onlara nazar edilmez, bakılmaz |
٨٩
اِلَّاالَّذينَ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذلِكَ وَاَصْلَحُوا فَاِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَحيمٌ
(89) illellezine tabu mim ba’di zalike ve aslehu fe innellahe ğafurur rahiym
ancak o kimseler ki tövbe edip sonra da hallerini düzeltmişlerse muhakkak Allah bağışlayıcı merhamet sahibidir
1. | illâ ellezîne | : … olanlar hariç |
2. | tâbû | : tövbe ettiler |
3. | min ba’di zâlike | : bundan sonra |
4. | ve aslehû | : ve ıslâh oldular, nefslerini tezkiye ettiler |
5. | fe inne allâhe | : o taktirde muhakkak ki Allah |
6. | gafûrun rahîmun | : gafûr’dur, rahîm’dir |
٩٠
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا بَعْدَ ايمَانِهِمْ ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا لَنْ تُقْبَلَ تَوْبَتُهُمْ وَاُولءِكَ هُمُ الضَّالُّونَ
(90) innellezine keferu ba’de imanihim sümmezdadu küfral len tukbele tevbetühüm ve ülaike hümüd dallun
muhakkak o kimseler ki küfre dönmüşlerse onlar imandan sonra sonra küfürleri ziyadeleşmişse kabul edilmeyecektir onların tövbeleri işte onlar dalalete gidenlerdir
1. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar |
2. | keferû | : inkâr ettiler |
3. | ba’de îmâni-him | : îmânlarından sonra |
4. | summe | : sonra |
5. | ezdâdû | : arttırdılar |
6. | kufran | : küfürlerini |
7. | len tukbele | : asla kabul olunmaz |
8. | tevbetu-hum | : onların tövbeleri |
9. | ve ulâike | : ve onlar |
10. | hum ed dâllûne | : onlar dalâlette olanlardır |
٩١
اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْ اَحَدِهِمْ مِلْءُ الْاَرْضِ ذَهَبًا وَلَوِ افْتَدى بِه اُولءِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِرينَ
(91) innellezine keferu ve matu ve hüm küffarun fe ley yukbele min ehadihim mil’ül erdi zehebev ve levifteda bih ülaike lehüm azabün elimüv ve ma lehüm min nasirin
muhakkak o kafir olan kimseler küfür üzerine ölmüşlerse onların hiçbirisinden kabul edilmeyecektir (kurtarmak için) arz dolusu altın fidye verse yine işte bunlar için elim azap (vardır) onlara yardım edecek kimsede yoktur
1. | inne ellezîne | : muhakkak ki onlar |
2. | keferû | : inkâr ettiler |
3. | ve mâtû | : ve öldüler |
4. | ve hum | : ve onlar |
5. | kuffârun | : kâfir olarak |
6. | fe len yukbele | : artık asla kabul olunmaz |
7. | min ehadi-him | : onların birinden, hiç birinden |
8. | mil’u el ardı | : yeryüzü dolusu |
9. | zeheben | : altın |
10. | ve lev iftedâ bi-hî | : ve onu fidye olarak verse |
11. | ulâike | : işte onlar |
12. | lehum | : onlar için vardır |
13. | azâbun elîmun | : elim, acı azap |
14. | ve mâ lehum | : ve onlar için yoktur |
15. | min nâsırîne | : (yardımcılardan), yardımcı |